Sacred Souls - Oluşum Sayfaya git: 1, 2, 3, Sonraki |
Yazar
Mesaj
ÖNSÖZ
2004 yılında Ultima Online oynamaya başladığımda fantastik kurgu ve türevlerine pek yabancı değildim. Tolkien okumuşluğum vardı ve tek oyunculu (single player) RPG oyunlar oynardım, Gothic serisi olsun, Baldur’s Gate veya Icewind Dale gibi örneğin. Ama MMORPG, yani kitlesel çoklu oyunculu platforma adımımı ilk atışımdı diyebilirim. Oyuna başlamam lisenin ilk yıllarında edindiğim arkadaşlarımın önerileriyle oldu, tabi o zamanlar oyunun terminolojisi hakkında bilgim tamamen sıfırdı. Zamanla oyunu öğrendim, ve keyif almaya başladım. Fakat o zamanlar Türkiye altyapılı bir sunucu değil, yabancı bir sunucuda oynuyordum. Bir sene kadar sonra bir Türkiye sunucusunda oynamaya başladım.
Gördüğüm manzara inanılmazdı tabi, yaşadığım ülkede bu kadar fazla Ultima Online oyuncusu göreceğimi tahmin etmemiştim, hepsi de hevesle kendilerini oyuna veriyor, altın kazanmak için saatlerini, artifact bulabilmek için günlerini harcıyorlardı. Bugün geriye baktığımda aslında hiç bir zaman onlar kadar hırslı olamadığımı görebiliyorum. Arkadaşlarım o yıllarda beni yeni tanıdıkları gibi aslında birbirlerini de yeni tanıyorlardı; ve ortada biraz birbirlerini, biraz da oyunu keşfetme heyecanı vardı diyebilirim. Heyecan bunu tanımlamak için biraz güçlü bir kelime olabilir, ama derin bir merak duygusu hakimdi demek sanıyorum yanlış olmaz. Zamandan zamana pek çok Türkiye sunucusunda oynadık, bu süreçte pek çok arkadaş edindik. Tabi bu sırada arkadaş grubu kollektif bir kimlik kazandı, bir guild kuruldu, bu guild ile eğlenceli vakitler geçirildi.
Sacred Souls aslında pek çok oyuncunun geçmişini saklayan bir guild idi, tabi pek çok giren ve ayrılan oldu, ama hep tanıdığım, ve böyle bir guild olmasa da hayatımdan çıkmayacak insanlar vardı içinde. Hafızamı yokladığımda gerçekten eğlenceli ve ayrıca komik anılarımız olduğunu hatırlıyorum. Hiç bir sunucuda en büyük guild olmadı Sacred Souls, zengin de olmadı; ama böyle bir hırsları da olduğunu hiç düşünmedim. Eğlenmesini iyi bilen insanlardı hepsi. Daha sonra ben hırsız karakterimi yarattım, ve bu karakterde kendimi bulduğumu farkettim. Biraz ayrı bir yol çizdim diyebilirim, ama Sacred Souls her zaman bir yere sahipti benim için. Biliyorum ki benim de aslında orada hep bir yerim var.
Bu hikayeyi onlar için yazmıştım, bir kaç sene oluyor yazalı, ufak bir çevrede de paylaştığımı hatırlıyorum. Hikaye Ultima Online bütünlüğü ile tamamen örtüşmüyor, daha doğrusu mekân olarak Sosaria’da geçmesine rağmen özellikle ırk, büyüler ve her gün oynayarak hikayesine yabancılaştığımız Ultima ritüellerini olduğundan biraz farklı yansıttım. Hikaye niteliği kazanması için bu gerekliydi diyebilirim sadece, farklı ırklar ve faction’ların da içinde bulunması hikayeyi çok yönden yürütmeme de yardımcı oldu açıkçası. Aradan geçen bunca zamandan sonra bu metni tekrar paylaşmaya karar verdim. Bu hikayenin oluşmasına yardımcı olan tüm dostlarıma tekrar teşekkür ediyorum.
Keyifli okumalar.
1
Yaz mevsimini hiç sevmezdi.Sıcak, yapış yapış nem, nefes almasını güçleştirir, ve ter her yerini kaşındırırdı.Sıcağın işindeki verimini hep azalttığını düşünürdü.Özellikle de tarlada çalışırken.Britain'i çevreleyen dağlar yüksekti, fakat günün o saatlerinde dağların yüksekliği güneşin yakıcı ışıklarını engellemesine imkan yoktu.
Jaloux tarlanın güneyinde kalan son havuçları da toplayıp, atına yükledi ve eve doğru yürümeye başladı.Yorucu bir gündü, çok terlemişti ve bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordu.Atını eğerinden çekiştirerek adımlarını hızlandırdı, serin çarşaflara gittiğini düşünerek yorgunluğunu biraz olsun silkeledi.Tarla sessizdi, kardeşleri işlerini çoktan bitirmiş olmalıydı.Onlardan kapruz ve pancar toplamaları istenmişti, Jaloux'unki gibi zor seçilebilen ve yapraklarına kadar toprağa gömülmüş havuçları toplamaları değil.
"HEY! "
Jaloux öyle bir irkildi ki ufak bir çığlık attı, at da bunun üzerine huzursuzlanıp hafif bir şaha kalktı ve havuç çuvallarının yarısı yere döküldü.Jaloux arkasını döndüğünde yaptığından dolayı utançtan kızarmış, ama dudağının ucuyla sırıtan kardeşini gördü.
"Kahretsin Garrett, ne yapmaya çalışıyorsun? ", dedi Jaloux sinirden köpürerek.
"Üzgünüm, atın korkacağını düşünmemiştim, dur, sana yardım edeyim", diye yanıtladı Garrett.
"Öyle bir bağırıyorsun ki, o ses bir ejderhayı bile yerinden sıçratırdı! "dedi Jaloux ve atı okşayarak sakinleştirmeye çalıştı.Garrett da çuvalları toparlayarak ata yükledi, eve yürümeye başladılar.
"Senin işin yeni mi bitti Jaloux? "
"Evet, az önce bitirdim, senin evde olman gerekmiyor muydu? Yoksa gözlerin mi bozulmaya başladı kardeşim? O koca karpuzları görememeye mi başladın? "
"Hayır Jal, işim bitti, babam tarlanın geri kalanını benim sürmemi istedi, o yüzden buradaydım.Akşam oluyor, hızlı olalım olur mu? "
"Tamam", dedi Jaloux, ve eve yürüdüler.
Eve geldiklerinde yemeğin nefis kokusu onlara midelerinin nasıl da kazındığını hatırlattı.Bütün gün bir şey yememişlerdi, ve annelerinin bugün tavuk pişiriyor olması iştahlarını çok daha açmıştı doğrusu.
Babaları onları görünce sanki söyleyeceklerini daha önceden planlayıp prova etmiş gibi, "Nerde kaldınız, size tarlada akşama kadar oyalanmamanızı söylemiştim, Rockford'un yeğeninin iki hafta önce bir ettin tarafından nasıl öldürüldüğünü hatırlatmam gerekmiyor herhalde? Size söylüyorum, o şeyler günbatımında ormandan çıkıyorlar, bir keresinde bir tane görmüştüm, çok büy..", diye konuşmaya başladı.
"Clerge, lütfen yine başlama, tarladan çıkmadıklarını biliyorsun, çok gecikmediler zaten.Rauquin, tabakları koymamda yardımcı olur musun? " diyen annelerinin sesi geldi mutfaktan.
Morthaur'ların evi gösterişli değildi, dardı, ama 2 katlıydı ve kendilerine yetiyordu.Üst katta yatak odaları ve Clerge'in atölyesi vardı, alt katta ise mutfak ve şömineli bir yemek odaları vardı.
"Ah, Leia, biliyorum, fakat tek istediğim hepinizin güvenliği, bunu biliyorsun."diye söyleniyordu Clerge.
Leia yanından geçerken eğilip kocasının yanağına bir öpücük kondurdu, ve iskemlesine oturdu."Biliyorum hayatım, sadece..Onlar artık büyüdüler, tehlikeli bir şey görünce kaçmaları veya saklanmaları gerektiğini bilirler.Hem, Garrett kendini çok iyi idare edebiliyor gibi görünüyor.", dedi Clerge'in kolunu hafifçe dirsekleyip gülümseyerek, bir yandan Rauquin'e bir gürzün en altından değil, boğumunun üstünden tutulması gerektiğini hararetle anlatan Garrett'a bakıyordu.
"Umarım bu dediklerinde bir kinaye yoktur sevgili Leia, çünkü onu gerçekten iyi eğitiyorum, artık bir savaş baltası ile rakibini silahsız bırakabiliyor, bunu biliyor muydun? O, iyi bir savaşçı olacak, bunu göreceksin."
"Biliyorum, ne de olsa eğitmeni bu işte çok iyi.", dedi Leia, ve"Çocuklar! Yemek hazır! ", diyerek oğullarını çağırdı.Yemekte hep neşeli olurlardı, bir gün ne kadar yorulsalar ve sorun yaşasalar da, akşam yemeği mutlaka canlı geçerdi.
Rauquin, Jaloux'un geçenlerde bir kuşu nasıl avladığını anlatıyordu, "Ve sonra Jal'ın elinden büyülü bir ok çıktı ve 'Bam! , kuş ölmüştü ! "
Clerge, "Jaloux, bu tomarları nereden alıyorsun? Sence bilmediğin büyü tomarlarını kullanmak güvenli mi? Yaptığın büyüyü anlıyor musun? Bu, ufak bir risk değil oğlum.Oradaki büyülü sözleri okuman senin sonunu getirebilir, bunu biliyorsun.."
Jaloux hemen kendini savunmaya başladı "Onları şehirden alıyorum baba ! Ucuz olanları alıyorum, gerçekten, bana verdiğin paranın çoğu cebimde kalıyor, ayrıca bunu satın aldığım yerdeki satıcılar bunun ne büyüsü olduğunu bana açıklıyorlar ! Bu büyüleri yapmalıyım, bana inan, geliştiğimi hissediyorum, her büyü yapışımda daha az tükeniyorum sanki, çok farklı bir şey bu baba, gerçekten ! "
"Büyü yapmanın ne olduğunu biliyorum delikanlı, biliyorsun, bir şovalyeyim.", dedi Clerge."Bizim de kendimize has büyülerimiz var, ilerde bunların hepsini anlayacaksın."diye ekledi.
"Öyle mi? Neymiş onlar? "diye sordu Garrett.
"Geç oldu, sabırlı olun, size bunları sonra anlatırım.Şimdi yatma zamanı, hadi bakalım herkes yukarı, biz annenizle sofrayı toplarız, hepinize iyi geceler.", dedi Clerge, yorgundu ve artık uyumak istiyordu.
Çocuklar iyi geceler dilediler ve odalarına çıktılar, Clerge ve Leia da sofrayı toplayıp uyudular.Morthaur'ların evinde ışıklar söndüğünde, Britannia'da bazı insanlar için gün yeni başlıyordu.
2
Gölgelerin içinde eriyip yok olmuştu adeta, onlarla bütünleşmiş, görünmez bir şekilde ilerliyordu.Bugünkü geliri iyiydi.Tam miktarını birazdan öğrenecekti.Son bir “iş” ve bugünlük yapacakları bitecekti, sonra sıradan bir vatandaş gibi bankaya gidecek ve bugünkü gelirini sayacaktı.Sessizce beklemeye devam etti.
Kurbanı dükkandan çıktığında hava iyice kararmıştı, fakat satıcılar hala dükkanlardaydı ve dört gözle etrafı izliyorlardı, bu vakit hırsızların vaktiydi, ve satıcılar tedbirli olmayı çoktan öğrenmişlerdi.
Marcos aptal bir hırsız değildi, onun da kendine göre tedbirleri vardı.Bu saatte havanın kararmış olmasına kanıp hiçbir dükkanın kapısına elini sürmezdi.Bu hatayı yapan çoğu aptal hırsızın oracıkta infaz edilişine tanık olmuştu.O tecrübeliydi, ve deneyimleri, ona kurbanının Vesper’ın bol ışıklı sokaklarından uzaklaşmasını beklemesini söylüyordu.Onu uzun süre, bir gölge gibi takip etti, alış-verişini henüz bitirmediğini biliyordu, çünkü düzgün bir zırh toparlamaya çalıştığını anlamıştı ve henüz sadece birkaç yere uğramıştı.Dayanıklı bir zırh bulmak zor bir işti ve zırhın parçalarının çoğu zaman ayrı ayrı yerlerden toplanması gerekirdi.
Adamın şehrin dışına doğru ilerlediğini görünce Marcos sevindi, ama bir yandan da şüphelendi, bu saatte şehir dışına çıkabilen biri kudretli biri olmalıydı, veya aptal biri.Hangisi olduğunu anlaması için sabırlı olması ve tedbiri elden bırakmaması gerekliydi.Adam şehrin batı geçidinin biraz ilerisindeki satıcılara gidiyordu.Böyle yerlerden alış-veriş yapmak şehirden alış veriş yapmaktan çok daha iyiydi, çünkü standardların ötesinde eşyalar bulunurdu buralarda.Ve tabi ki, pahalı eşyalar.Marcos hafifçe sırıttı.Adam satıcılarla konuşuyor, hepsine kaliteli bir eldivenden bahsediyordu.Marcos ses çıkarmadan yaklaştı, adamı daha iyi duyuyordu artık.
“Size söyledim, bana ateşe dayanıklı bir eldiven gerek, ah, hayır hanımefendi, saç boyası almak istemiyorum, sadece ateşe dayanıklı bir eldiven istiyorum, yoksa lütfen söyleyin, bu gece daha geç olmadan birkaç yere daha uğramak istiyorum.”
Marcos adamın arkasına geçti, o kadar yakındı ki istese sırtına dokunabilirdi.Çok hafif ama hızlı bir hareket ile adamın çantasını açtı, adamın sırtının arkasından satıcılar onu görüyor mu diye bakınıyordu, güvenli olduğunu görünce çantaya hızlıca bir göz gezdirdi.Çantanın içinde parlak yeşil deriden bir tünik, ve ufak bir çelik kalkan vardı.İkisinin de büyülü olduğunu anlaması için onlara dokunmasına gerek yoktu, yaydıkları ışık bunu belli ediyordu.Elini yavaşça kalkana uzattı, onu tuttu ve cüppesinin altındaki ufak çantasına attı.
Adam arkasını döndü ve kınından ufak bir kılıç çekti.
Marcos irkildi, kaçmaya hazırlanıyordu ki adam konuştu. “Afedersin dostum, beni korkuttun, geceleri tetikte olmak gerek, heh, bilirsin, bir kurt olabilirdin, veya bir harpy, heh..”.Sesi titrekti, ve sürekli yapmacık bir şekilde gülüyordu.Bu “yanlış anlama” adamı utandırmış gibiydi.
Marcos gülümseyerek, “Önemli değil efendim, korkmakta haklısınız, üzgünüm, geldiğimi pek belli etmedim sanırım.”, dedi.
Adam rahatlamıştı, kılıcını kınına soktu ve, “Peki, siz de benim gibi eşyalara mı bakmaya geldiniz? Yoksa yardıma mı ihtiyacınız var? Yardımcı olabilir miyim? ”, dedi.
Marcos hemen bir şeyler düşündü ve çok beklememeye çalışarak, “Aslında, evet olabilirsiniz, buraya en yakın Moongate nerede biliyor musunuz? ”
Adam yardım etmekten memnun olarak, “Evet, buradan tam kuzeybatıya devam ederseniz mutlaka görürsünüz.İyi geceler, bayım.”dedi, ve aralarında konuşup birbirlerine ellerindeki malları gösteren satıcıları çağırarak bir eldivenin pazarlığını yapmaya başladı.
Marcos adamın eldiveni koymak için çantasını açtığında kalkanı orada bulamayacağını ve her şeyi anlayacağını biliyordu.Sessiz bir şekilde değil, koşarak Moongate yönüne gitti, fakat ormana girdikten sonra rotasını değiştirdi ve Vesper’a geri döndü.Kesesindeki tüm parayı saydı, bir gün için epey fazlaydı, elindeki kalkanı satınca daha da fazla olacaktı.Marcos kendini iyi bir uykuyla ödüllendirmeye karar verdi ve hana giderek en iyi odayı kiraladı.Sabah oluyordu, ama gündüz onun tatil zamanıydı.Yatağa uzandı ve gözlerini kapadı.
2004 yılında Ultima Online oynamaya başladığımda fantastik kurgu ve türevlerine pek yabancı değildim. Tolkien okumuşluğum vardı ve tek oyunculu (single player) RPG oyunlar oynardım, Gothic serisi olsun, Baldur’s Gate veya Icewind Dale gibi örneğin. Ama MMORPG, yani kitlesel çoklu oyunculu platforma adımımı ilk atışımdı diyebilirim. Oyuna başlamam lisenin ilk yıllarında edindiğim arkadaşlarımın önerileriyle oldu, tabi o zamanlar oyunun terminolojisi hakkında bilgim tamamen sıfırdı. Zamanla oyunu öğrendim, ve keyif almaya başladım. Fakat o zamanlar Türkiye altyapılı bir sunucu değil, yabancı bir sunucuda oynuyordum. Bir sene kadar sonra bir Türkiye sunucusunda oynamaya başladım.
Gördüğüm manzara inanılmazdı tabi, yaşadığım ülkede bu kadar fazla Ultima Online oyuncusu göreceğimi tahmin etmemiştim, hepsi de hevesle kendilerini oyuna veriyor, altın kazanmak için saatlerini, artifact bulabilmek için günlerini harcıyorlardı. Bugün geriye baktığımda aslında hiç bir zaman onlar kadar hırslı olamadığımı görebiliyorum. Arkadaşlarım o yıllarda beni yeni tanıdıkları gibi aslında birbirlerini de yeni tanıyorlardı; ve ortada biraz birbirlerini, biraz da oyunu keşfetme heyecanı vardı diyebilirim. Heyecan bunu tanımlamak için biraz güçlü bir kelime olabilir, ama derin bir merak duygusu hakimdi demek sanıyorum yanlış olmaz. Zamandan zamana pek çok Türkiye sunucusunda oynadık, bu süreçte pek çok arkadaş edindik. Tabi bu sırada arkadaş grubu kollektif bir kimlik kazandı, bir guild kuruldu, bu guild ile eğlenceli vakitler geçirildi.
Sacred Souls aslında pek çok oyuncunun geçmişini saklayan bir guild idi, tabi pek çok giren ve ayrılan oldu, ama hep tanıdığım, ve böyle bir guild olmasa da hayatımdan çıkmayacak insanlar vardı içinde. Hafızamı yokladığımda gerçekten eğlenceli ve ayrıca komik anılarımız olduğunu hatırlıyorum. Hiç bir sunucuda en büyük guild olmadı Sacred Souls, zengin de olmadı; ama böyle bir hırsları da olduğunu hiç düşünmedim. Eğlenmesini iyi bilen insanlardı hepsi. Daha sonra ben hırsız karakterimi yarattım, ve bu karakterde kendimi bulduğumu farkettim. Biraz ayrı bir yol çizdim diyebilirim, ama Sacred Souls her zaman bir yere sahipti benim için. Biliyorum ki benim de aslında orada hep bir yerim var.
Bu hikayeyi onlar için yazmıştım, bir kaç sene oluyor yazalı, ufak bir çevrede de paylaştığımı hatırlıyorum. Hikaye Ultima Online bütünlüğü ile tamamen örtüşmüyor, daha doğrusu mekân olarak Sosaria’da geçmesine rağmen özellikle ırk, büyüler ve her gün oynayarak hikayesine yabancılaştığımız Ultima ritüellerini olduğundan biraz farklı yansıttım. Hikaye niteliği kazanması için bu gerekliydi diyebilirim sadece, farklı ırklar ve faction’ların da içinde bulunması hikayeyi çok yönden yürütmeme de yardımcı oldu açıkçası. Aradan geçen bunca zamandan sonra bu metni tekrar paylaşmaya karar verdim. Bu hikayenin oluşmasına yardımcı olan tüm dostlarıma tekrar teşekkür ediyorum.
Keyifli okumalar.
1
Yaz mevsimini hiç sevmezdi.Sıcak, yapış yapış nem, nefes almasını güçleştirir, ve ter her yerini kaşındırırdı.Sıcağın işindeki verimini hep azalttığını düşünürdü.Özellikle de tarlada çalışırken.Britain'i çevreleyen dağlar yüksekti, fakat günün o saatlerinde dağların yüksekliği güneşin yakıcı ışıklarını engellemesine imkan yoktu.
Jaloux tarlanın güneyinde kalan son havuçları da toplayıp, atına yükledi ve eve doğru yürümeye başladı.Yorucu bir gündü, çok terlemişti ve bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordu.Atını eğerinden çekiştirerek adımlarını hızlandırdı, serin çarşaflara gittiğini düşünerek yorgunluğunu biraz olsun silkeledi.Tarla sessizdi, kardeşleri işlerini çoktan bitirmiş olmalıydı.Onlardan kapruz ve pancar toplamaları istenmişti, Jaloux'unki gibi zor seçilebilen ve yapraklarına kadar toprağa gömülmüş havuçları toplamaları değil.
"HEY! "
Jaloux öyle bir irkildi ki ufak bir çığlık attı, at da bunun üzerine huzursuzlanıp hafif bir şaha kalktı ve havuç çuvallarının yarısı yere döküldü.Jaloux arkasını döndüğünde yaptığından dolayı utançtan kızarmış, ama dudağının ucuyla sırıtan kardeşini gördü.
"Kahretsin Garrett, ne yapmaya çalışıyorsun? ", dedi Jaloux sinirden köpürerek.
"Üzgünüm, atın korkacağını düşünmemiştim, dur, sana yardım edeyim", diye yanıtladı Garrett.
"Öyle bir bağırıyorsun ki, o ses bir ejderhayı bile yerinden sıçratırdı! "dedi Jaloux ve atı okşayarak sakinleştirmeye çalıştı.Garrett da çuvalları toparlayarak ata yükledi, eve yürümeye başladılar.
"Senin işin yeni mi bitti Jaloux? "
"Evet, az önce bitirdim, senin evde olman gerekmiyor muydu? Yoksa gözlerin mi bozulmaya başladı kardeşim? O koca karpuzları görememeye mi başladın? "
"Hayır Jal, işim bitti, babam tarlanın geri kalanını benim sürmemi istedi, o yüzden buradaydım.Akşam oluyor, hızlı olalım olur mu? "
"Tamam", dedi Jaloux, ve eve yürüdüler.
Eve geldiklerinde yemeğin nefis kokusu onlara midelerinin nasıl da kazındığını hatırlattı.Bütün gün bir şey yememişlerdi, ve annelerinin bugün tavuk pişiriyor olması iştahlarını çok daha açmıştı doğrusu.
Babaları onları görünce sanki söyleyeceklerini daha önceden planlayıp prova etmiş gibi, "Nerde kaldınız, size tarlada akşama kadar oyalanmamanızı söylemiştim, Rockford'un yeğeninin iki hafta önce bir ettin tarafından nasıl öldürüldüğünü hatırlatmam gerekmiyor herhalde? Size söylüyorum, o şeyler günbatımında ormandan çıkıyorlar, bir keresinde bir tane görmüştüm, çok büy..", diye konuşmaya başladı.
"Clerge, lütfen yine başlama, tarladan çıkmadıklarını biliyorsun, çok gecikmediler zaten.Rauquin, tabakları koymamda yardımcı olur musun? " diyen annelerinin sesi geldi mutfaktan.
Morthaur'ların evi gösterişli değildi, dardı, ama 2 katlıydı ve kendilerine yetiyordu.Üst katta yatak odaları ve Clerge'in atölyesi vardı, alt katta ise mutfak ve şömineli bir yemek odaları vardı.
"Ah, Leia, biliyorum, fakat tek istediğim hepinizin güvenliği, bunu biliyorsun."diye söyleniyordu Clerge.
Leia yanından geçerken eğilip kocasının yanağına bir öpücük kondurdu, ve iskemlesine oturdu."Biliyorum hayatım, sadece..Onlar artık büyüdüler, tehlikeli bir şey görünce kaçmaları veya saklanmaları gerektiğini bilirler.Hem, Garrett kendini çok iyi idare edebiliyor gibi görünüyor.", dedi Clerge'in kolunu hafifçe dirsekleyip gülümseyerek, bir yandan Rauquin'e bir gürzün en altından değil, boğumunun üstünden tutulması gerektiğini hararetle anlatan Garrett'a bakıyordu.
"Umarım bu dediklerinde bir kinaye yoktur sevgili Leia, çünkü onu gerçekten iyi eğitiyorum, artık bir savaş baltası ile rakibini silahsız bırakabiliyor, bunu biliyor muydun? O, iyi bir savaşçı olacak, bunu göreceksin."
"Biliyorum, ne de olsa eğitmeni bu işte çok iyi.", dedi Leia, ve"Çocuklar! Yemek hazır! ", diyerek oğullarını çağırdı.Yemekte hep neşeli olurlardı, bir gün ne kadar yorulsalar ve sorun yaşasalar da, akşam yemeği mutlaka canlı geçerdi.
Rauquin, Jaloux'un geçenlerde bir kuşu nasıl avladığını anlatıyordu, "Ve sonra Jal'ın elinden büyülü bir ok çıktı ve 'Bam! , kuş ölmüştü ! "
Clerge, "Jaloux, bu tomarları nereden alıyorsun? Sence bilmediğin büyü tomarlarını kullanmak güvenli mi? Yaptığın büyüyü anlıyor musun? Bu, ufak bir risk değil oğlum.Oradaki büyülü sözleri okuman senin sonunu getirebilir, bunu biliyorsun.."
Jaloux hemen kendini savunmaya başladı "Onları şehirden alıyorum baba ! Ucuz olanları alıyorum, gerçekten, bana verdiğin paranın çoğu cebimde kalıyor, ayrıca bunu satın aldığım yerdeki satıcılar bunun ne büyüsü olduğunu bana açıklıyorlar ! Bu büyüleri yapmalıyım, bana inan, geliştiğimi hissediyorum, her büyü yapışımda daha az tükeniyorum sanki, çok farklı bir şey bu baba, gerçekten ! "
"Büyü yapmanın ne olduğunu biliyorum delikanlı, biliyorsun, bir şovalyeyim.", dedi Clerge."Bizim de kendimize has büyülerimiz var, ilerde bunların hepsini anlayacaksın."diye ekledi.
"Öyle mi? Neymiş onlar? "diye sordu Garrett.
"Geç oldu, sabırlı olun, size bunları sonra anlatırım.Şimdi yatma zamanı, hadi bakalım herkes yukarı, biz annenizle sofrayı toplarız, hepinize iyi geceler.", dedi Clerge, yorgundu ve artık uyumak istiyordu.
Çocuklar iyi geceler dilediler ve odalarına çıktılar, Clerge ve Leia da sofrayı toplayıp uyudular.Morthaur'ların evinde ışıklar söndüğünde, Britannia'da bazı insanlar için gün yeni başlıyordu.
2
Gölgelerin içinde eriyip yok olmuştu adeta, onlarla bütünleşmiş, görünmez bir şekilde ilerliyordu.Bugünkü geliri iyiydi.Tam miktarını birazdan öğrenecekti.Son bir “iş” ve bugünlük yapacakları bitecekti, sonra sıradan bir vatandaş gibi bankaya gidecek ve bugünkü gelirini sayacaktı.Sessizce beklemeye devam etti.
Kurbanı dükkandan çıktığında hava iyice kararmıştı, fakat satıcılar hala dükkanlardaydı ve dört gözle etrafı izliyorlardı, bu vakit hırsızların vaktiydi, ve satıcılar tedbirli olmayı çoktan öğrenmişlerdi.
Marcos aptal bir hırsız değildi, onun da kendine göre tedbirleri vardı.Bu saatte havanın kararmış olmasına kanıp hiçbir dükkanın kapısına elini sürmezdi.Bu hatayı yapan çoğu aptal hırsızın oracıkta infaz edilişine tanık olmuştu.O tecrübeliydi, ve deneyimleri, ona kurbanının Vesper’ın bol ışıklı sokaklarından uzaklaşmasını beklemesini söylüyordu.Onu uzun süre, bir gölge gibi takip etti, alış-verişini henüz bitirmediğini biliyordu, çünkü düzgün bir zırh toparlamaya çalıştığını anlamıştı ve henüz sadece birkaç yere uğramıştı.Dayanıklı bir zırh bulmak zor bir işti ve zırhın parçalarının çoğu zaman ayrı ayrı yerlerden toplanması gerekirdi.
Adamın şehrin dışına doğru ilerlediğini görünce Marcos sevindi, ama bir yandan da şüphelendi, bu saatte şehir dışına çıkabilen biri kudretli biri olmalıydı, veya aptal biri.Hangisi olduğunu anlaması için sabırlı olması ve tedbiri elden bırakmaması gerekliydi.Adam şehrin batı geçidinin biraz ilerisindeki satıcılara gidiyordu.Böyle yerlerden alış-veriş yapmak şehirden alış veriş yapmaktan çok daha iyiydi, çünkü standardların ötesinde eşyalar bulunurdu buralarda.Ve tabi ki, pahalı eşyalar.Marcos hafifçe sırıttı.Adam satıcılarla konuşuyor, hepsine kaliteli bir eldivenden bahsediyordu.Marcos ses çıkarmadan yaklaştı, adamı daha iyi duyuyordu artık.
“Size söyledim, bana ateşe dayanıklı bir eldiven gerek, ah, hayır hanımefendi, saç boyası almak istemiyorum, sadece ateşe dayanıklı bir eldiven istiyorum, yoksa lütfen söyleyin, bu gece daha geç olmadan birkaç yere daha uğramak istiyorum.”
Marcos adamın arkasına geçti, o kadar yakındı ki istese sırtına dokunabilirdi.Çok hafif ama hızlı bir hareket ile adamın çantasını açtı, adamın sırtının arkasından satıcılar onu görüyor mu diye bakınıyordu, güvenli olduğunu görünce çantaya hızlıca bir göz gezdirdi.Çantanın içinde parlak yeşil deriden bir tünik, ve ufak bir çelik kalkan vardı.İkisinin de büyülü olduğunu anlaması için onlara dokunmasına gerek yoktu, yaydıkları ışık bunu belli ediyordu.Elini yavaşça kalkana uzattı, onu tuttu ve cüppesinin altındaki ufak çantasına attı.
Adam arkasını döndü ve kınından ufak bir kılıç çekti.
Marcos irkildi, kaçmaya hazırlanıyordu ki adam konuştu. “Afedersin dostum, beni korkuttun, geceleri tetikte olmak gerek, heh, bilirsin, bir kurt olabilirdin, veya bir harpy, heh..”.Sesi titrekti, ve sürekli yapmacık bir şekilde gülüyordu.Bu “yanlış anlama” adamı utandırmış gibiydi.
Marcos gülümseyerek, “Önemli değil efendim, korkmakta haklısınız, üzgünüm, geldiğimi pek belli etmedim sanırım.”, dedi.
Adam rahatlamıştı, kılıcını kınına soktu ve, “Peki, siz de benim gibi eşyalara mı bakmaya geldiniz? Yoksa yardıma mı ihtiyacınız var? Yardımcı olabilir miyim? ”, dedi.
Marcos hemen bir şeyler düşündü ve çok beklememeye çalışarak, “Aslında, evet olabilirsiniz, buraya en yakın Moongate nerede biliyor musunuz? ”
Adam yardım etmekten memnun olarak, “Evet, buradan tam kuzeybatıya devam ederseniz mutlaka görürsünüz.İyi geceler, bayım.”dedi, ve aralarında konuşup birbirlerine ellerindeki malları gösteren satıcıları çağırarak bir eldivenin pazarlığını yapmaya başladı.
Marcos adamın eldiveni koymak için çantasını açtığında kalkanı orada bulamayacağını ve her şeyi anlayacağını biliyordu.Sessiz bir şekilde değil, koşarak Moongate yönüne gitti, fakat ormana girdikten sonra rotasını değiştirdi ve Vesper’a geri döndü.Kesesindeki tüm parayı saydı, bir gün için epey fazlaydı, elindeki kalkanı satınca daha da fazla olacaktı.Marcos kendini iyi bir uykuyla ödüllendirmeye karar verdi ve hana giderek en iyi odayı kiraladı.Sabah oluyordu, ama gündüz onun tatil zamanıydı.Yatağa uzandı ve gözlerini kapadı.

3
Kolay bir dövüş olmuştu.Şu orklar, ne aptal yaratıklardı.. Gördükleri her şeye saldırırlar, sonra da acı verici bir şekilde ölürlerdi.Bu yaratıklar, kas güçleri insanınkinin çok daha üstünde olmasına rağmen zekadan son derece yoksunlardı.
Siobahn kryssindeki kanı temizledi ve uzun koyu kahverengi saçlarını omuzlarının arkasına attı.Cesetlerdeki eşyalara bakmaya başladı, fakat paslanmış silahlardan, tavalardan, ve kırık zırhlardan başka bir şey bulamayacağını biliyordu. “Çöplük, aynı sahipleri gibi.”, dedi Siobahn.Burada daha fazla vakit kaybetmeyecekti, biraz macera arıyordu, tam olarak beklediği gibi olmasa da aradığını almıştı.Atını Umbra’ya sürdü, erkek kardeşini bulmalıydı, şehre geldiğinde terziye girdi, kardeşi, beklediği gibi oradaydı.
“Ah, Siobahn, ben de tam çıkmak üzereydim, aradığım pelerini aldım, bunu kışın kullanmayı düşünüyorum, kalın, ve kesinlikle rüzgarı keser.Teşekkür ederim bayım, size iyi günler, bahsettiğim cüppeler için haftaya yeniden geleceğim, eğer getirirseniz çok memnun olurum.”
“Crueth, neden kıyafetlerine bu kadar çok önem veriyorsun, bunun üzerine düşüneceğine biraz büyülerin üzerinde çalışsan çok daha iyi bir büyücü olabilirdin.”
“Ah, ama ben zaten yeterince iyiyim sevgili kardeşim, ve iyi olduğumun dışarıdan görülmesini isterim.Neyse, hadi gidelim buradan.”
Crueth rün kitabını açarak birkaç büyülü sözcük söyledi, ve birkaç saniye sonra evlerine gidecek olan büyülü geçit açıldı.Siobahn geçitten içeri girdi, ve kendini evlerinin önünde buldu.Evleri, Minoc’un kuzeyindeki kırsal alandaydı, etrafında başka hiç ev yoktu, 2 katlı olmasına rağmen o boş düzlükte sanki bir kule gibi yükseliyordu.Kardeşi de hemen arkasından geldi, eve girdiler, kapıyı açtıklarında babalarıyla burun buruna geldiler.
Duinath Morthaur, 50’lerinin ortasında uzun saçlı, top sakallı ve yapılı bir adamdı.Orta yaşlarını hafiften geçmiş olmasına rağmen saçında çok az beyaz tel vardı.
“İçeri gelin, sizinle konuşmalıyım” dedi babaları , yüzünde çok ciddi bir ifade vardı.Siobahn ve Crueth birbirlerine baktılar, sonra içeri girdiler.Yemek masalarında amcaları Clerge’i gördüler, önemli bir şeyler oluyor olmalıydı, çünkü amcalarının yüzünde de babalarında olan ciddi ifadenin aynısı vardı.
“Biri bana neler olduğunu anlatacak mı? ” dedi Siobahn.
“Evet, kötü bir şey olmuş gibi duruyorsunuz.”, dedi Crueth.
“Hayır Crueth, kötü bir şey olmadı.”dedi Clerge, “Babanla bir karar aldık, senin ve kız kardeşinin de desteğine ve önerilerine ihtiyacımız var.”, diye ekledi.
Siobahn birden kendini çok önemli hissetmişti, bu güzel bir şeydi, ne olduğunu merak etmektense, insanların ona ihtiyacı olmasının keyfini çıkartmak ile meşguldü.Babasının sözleri düşüncelerini böldü.
“Bir lonca kurmayı planlıyoruz.”dedi Duinath.
Crueth etkilenmişti, Britannia’da bir sürü lonca olduğunu biliyordu, ama bir lonca üyesi olmanın ne olduğunu hiç öğrenmemişti.Loncalar hakkında bir çok şey duymuştu, her loncanın kendi mekânı, askerleri ve dükkanları olurdu.Lonca kurmak kolay bir iş değildi, bunun için para gerekliydi, ayrıca bu işin çok büyük tehlikeleri vardı, eğer bir lonca diğer loncaların işine istemeden dahi olsa zarar veriyorsa bu bir lonca savaşına kadar giderdi.Crueth bir düellodan asla korkmazdı, fakat eğer yeterince güçlü bir loncası olmazsa teke tek savaşabileceğinden emin değildi.
“Umarım neye kalkıştığınızın farkındasınızdır, baba.Loncalar hakkında çok şey okudum.Yeterince güçlü olmayan loncalar diğer loncaların altında ezilirler, ve eğer fazla güçlü olan loncalar da birkaç lonca tarafından ortadan kaldırılır, böyle şeyler gözümüzün önünde de oluyor baba, kitaplarda yazanlara bakmak gerekmez ! ”dedi Crueth endişesini belirtmek için.
Siobahn düşünüyordu.Bir lonca üyesi olmak belli bir saygınlığının olması demekti, Siobahn saygın biri olmayı isterdi.Fakat Crueth’in haklı olduğunu da fark etti, eğer yeterince güçlü olamazlarsa ellerindeki her şey bir anda gidebilirdi, hatta canları bile.
“Risklerin farkındayım, ”diye devam etti Duinath, “Şunu bilmenizi istiyorum ki, paramız var.” Dedenizin ölümünden sonra miras bana ve 2 amcanıza eşit olarak dağıtıldı, Inairtas henüz Kayıp Diyarlar’dan dönmediği için tüm miras şu an bizde, ve belirtmeliyim ki bizim bütçemizle beraber iyi bir başlangıç yapmaya yeter de artar bile.”
Siobahn “Bence denemeye değer.”dedi.Crueth’e baktı, onun da başını salladığını gördü, kardeşi de onaylıyordu.
“O zaman hazırlıklara başlayalım.”dedi Duinath.
4
Oda karanlıktı.Bir canlıya kör olduğunu düşündürecek kadar karanlık.Odadaki parlayan tek şeyler kırmızı gözlerdi.2 çift kırmızı göz, koyu karanlıkta odayı gün ortasındalarmış gibi görebiliyorlardı.
“İşe yarar bir şey bulabildin mi, Relnin? ”
İçeri girdiğinde işittiği ilk şey bu olmuştu.Kardeş de olsalar, drowların doğasında selamlaşmak yoktu.Onlar için niyet, amaç, ve sonuç vardı ve bunlar en kısa zamanda aynen bu sırayla gerçekleşmeliydi.Solunafein kardeşine bunu sorarken kafasını kitabından kaldırmamıştı bile, çünkü drowlar, uzun ömürlerine rağmen, zaman kaybetmekten hiç hoşlanmazlardı.
“Hayır.”diye cevap verdi Relnin, kılıçlarını çekerek üzerlerindeki kanı kapının yanındaki rafın üzerinden aldığı bir mendille temizlerken.Mendilin büyülü olduğu barizdi, ne kadar kan temizlese de hiç kirlenmiyordu.“Sadece birkaç çiftçiye rastladım, onlara kılıç ve o şeytan hakkında neler duyduklarını sordum.Bir şey bilmediklerini söylediler, ve benim kim olduğum hakkında sorular sormaya başlayınca onları öldürmek zorunda kaldım, bilirsin, risk almamız yasak.”
“Matron Vernessa bunu duymaktan pek hoşlanmayacaktır.Shadowlords’un yükselişi bu amaca bağlı Relnin, bunu biliyorsun.Sana bir ipucu bulmadan dönmemeni söylemiştim ! ”
“Evet, büyü bozulmadan geri dönmemi de söylemiştin, kardeşim ! ”
Solunafein arkasına yaslandı, kitabını bırakmıştı.Relnin’e yaptığı büyüyü hatırladı .Ona bir kimlik değiştirme büyüsü yapmıştı, böylece yeryüzünde bir kara elf gibi değil, bir insan gibi görünecekti.
“Yarın seninle geleceğim, sanırım bilgi için bu seferlik risk almamız gerekecek, Relnin, evet beni duydun, yarın Britain’e gidiyoruz, ve bulabildiğimiz tüm kaynaklardan en ufak bilgi dahi olsa alıyoruz, bize pahalıya patlasa bile.Çünkü sen de benim kadar iyi biliyorsun ki, eğer Matron hala elimizin boş olduğunu duyarsa o ellerimizi keser.”
Relnin kılıçlarını kınlarına soktu, başıyla onayladı ve Shadowlords üssünün barakalarına doğru yürümeye başladı.Yürürken düşünüyordu, gerçekten her şey bu amaca mı bağlıydı? O iblisle müttefik olunca yenilmez olacaklar mıydı? İblis güvenilir miydi? Neredeydi?
Shadowlords Faction’u kötü zamanlar yaşıyordu, kara elfler yeryüzünden kovulduğundan beri Yew mezarlıklarının altında, bu üste yaşıyorlardı ve artık onların hizmetine girmek isteyen pek fazla insan yoktu.Faction’un şimdiki lideri Vernessa, sonsuza kadar böyle yaşayamayacaklarını, ve şimdiye kadar sadece söylenti olarak bilinen Dark Father’ı müttefik olarak kazanmak istediğini sayısı çok azalmış olan Faction üyelerine haftalar öncesinden belirtmişti.
“Gerçek olduğundan bile emin olmadığımız bir şeyin peşinden koşuyoruz..Hepimizin sonu böyle mi olacak? Eninde sonunda yakalanıp Lord British’in kalesinin önünde yakılacak mıyız? ”diye söylendi Relnin kendi kendine.Fakat şu an kendine emredileni yapmanın onun için en iyisi olacağını düşündü ve yatağına gitti.
5
Lonca hazırlıkları tüm hızıyla sürüyordu, miras kalan büyük para ile Minoc ormanlarının içinde çok dikkat çekmeyen bir yerde yeterince büyük bir taş karargah yaptırılmıştı.Morthaur’lar bütün gün çalışıyorlardı, Crueth, Jaloux ve Rauquin taş binanın en üstünde yıldırım büyüleri çalışıyorlardı, Crueth bu büyüyü biliyordu, Jaloux ise birkaç kez denemişti, fakat artık zorlanmadan bu büyüyü yapabiliyordu, en gençleri olan Rauquin ise daha önce hiç denememiş olduğu bu büyüyü o günün sabahı çalışmaya başlamasına rağmen çok nadiren hata yapıyordu.
Clergé Garrett’a bütün gün gürz ve topuz savunmalarını gösteriyordu, ve artık Garrett da ağır silahlara gayet iyi hakim olabiliyordu.Kendisi daha çok, babasının ona ne zaman Paladin büyülerini öğreteceğini merak ediyordu, ve Clergé de onun bu hevesini takdir ediyor, fakat sabırlı olmasını söylüyordu.
Siobahn ise sürekli ormandaydı, diğerlerinin onun her akşam çiğ et getirmesini bütün gün avlanmasına dayandırıyorlardı.Kendisine neden bu kadar yemek biriktirdiğini sorduklarında “Eğer asker kiralayacaksak hepsinin iyi beslenmesi gerekli.Çelimsiz olurlarsa hemen ölürler, bu da bizim zararımıza olur öyle değil mi? ” diyerek soruyu sorana söyleyecek bir şey bırakmıyordu.
Lorelai gününün büyük bir kısmını ormanda geçiriyor, atları ehlileştirmeye çalışıyordu.Ehlileştirdiği atları daha sonra ahıra getirip orada hazır tutuyordu.
Duinath silah ambarından sorumluydu, Clergé’in boş zamanında yaptığı silahları bileyerek vakit geçiriyor, ve daha sonra onların dayanıklılığını ölçüyordu.Leia ise Britain’de paralı asker bulmak için çalışıyordu, yazılmak isteyen askerler Leia ile konuşuyorlar, eğer maaş ücretlerini uygun bulurlarsa yazılıp şanslarını denemek için ona isimlerini veriyorlardı.
Herkesin bir işi vardı, ve her geçen gün bu loncanın ayakta duracağı üzerine kurulu umutları artıyordu.Her şey daha iyi olacaktı, iyi bir hayatları olacaktı, hem de hareketli bir hayat, ve eğer her şey yolunda giderse para da kazanacaklardı.Başka isteyecekleri bir şey yok gibi görünüyordu.Yeni loncanın bir adı vardı, ve haberler hızlı yayılıyordu, herkes yeni bir loncanın kurulduğunu duymuştu ve ad yavaş yavaş Sosaria’nın çeşitli yerlerinde ağızlara alınmaya başlamıştı.
Sacred Souls.
Kolay bir dövüş olmuştu.Şu orklar, ne aptal yaratıklardı.. Gördükleri her şeye saldırırlar, sonra da acı verici bir şekilde ölürlerdi.Bu yaratıklar, kas güçleri insanınkinin çok daha üstünde olmasına rağmen zekadan son derece yoksunlardı.
Siobahn kryssindeki kanı temizledi ve uzun koyu kahverengi saçlarını omuzlarının arkasına attı.Cesetlerdeki eşyalara bakmaya başladı, fakat paslanmış silahlardan, tavalardan, ve kırık zırhlardan başka bir şey bulamayacağını biliyordu. “Çöplük, aynı sahipleri gibi.”, dedi Siobahn.Burada daha fazla vakit kaybetmeyecekti, biraz macera arıyordu, tam olarak beklediği gibi olmasa da aradığını almıştı.Atını Umbra’ya sürdü, erkek kardeşini bulmalıydı, şehre geldiğinde terziye girdi, kardeşi, beklediği gibi oradaydı.
“Ah, Siobahn, ben de tam çıkmak üzereydim, aradığım pelerini aldım, bunu kışın kullanmayı düşünüyorum, kalın, ve kesinlikle rüzgarı keser.Teşekkür ederim bayım, size iyi günler, bahsettiğim cüppeler için haftaya yeniden geleceğim, eğer getirirseniz çok memnun olurum.”
“Crueth, neden kıyafetlerine bu kadar çok önem veriyorsun, bunun üzerine düşüneceğine biraz büyülerin üzerinde çalışsan çok daha iyi bir büyücü olabilirdin.”
“Ah, ama ben zaten yeterince iyiyim sevgili kardeşim, ve iyi olduğumun dışarıdan görülmesini isterim.Neyse, hadi gidelim buradan.”
Crueth rün kitabını açarak birkaç büyülü sözcük söyledi, ve birkaç saniye sonra evlerine gidecek olan büyülü geçit açıldı.Siobahn geçitten içeri girdi, ve kendini evlerinin önünde buldu.Evleri, Minoc’un kuzeyindeki kırsal alandaydı, etrafında başka hiç ev yoktu, 2 katlı olmasına rağmen o boş düzlükte sanki bir kule gibi yükseliyordu.Kardeşi de hemen arkasından geldi, eve girdiler, kapıyı açtıklarında babalarıyla burun buruna geldiler.
Duinath Morthaur, 50’lerinin ortasında uzun saçlı, top sakallı ve yapılı bir adamdı.Orta yaşlarını hafiften geçmiş olmasına rağmen saçında çok az beyaz tel vardı.
“İçeri gelin, sizinle konuşmalıyım” dedi babaları , yüzünde çok ciddi bir ifade vardı.Siobahn ve Crueth birbirlerine baktılar, sonra içeri girdiler.Yemek masalarında amcaları Clerge’i gördüler, önemli bir şeyler oluyor olmalıydı, çünkü amcalarının yüzünde de babalarında olan ciddi ifadenin aynısı vardı.
“Biri bana neler olduğunu anlatacak mı? ” dedi Siobahn.
“Evet, kötü bir şey olmuş gibi duruyorsunuz.”, dedi Crueth.
“Hayır Crueth, kötü bir şey olmadı.”dedi Clerge, “Babanla bir karar aldık, senin ve kız kardeşinin de desteğine ve önerilerine ihtiyacımız var.”, diye ekledi.
Siobahn birden kendini çok önemli hissetmişti, bu güzel bir şeydi, ne olduğunu merak etmektense, insanların ona ihtiyacı olmasının keyfini çıkartmak ile meşguldü.Babasının sözleri düşüncelerini böldü.
“Bir lonca kurmayı planlıyoruz.”dedi Duinath.
Crueth etkilenmişti, Britannia’da bir sürü lonca olduğunu biliyordu, ama bir lonca üyesi olmanın ne olduğunu hiç öğrenmemişti.Loncalar hakkında bir çok şey duymuştu, her loncanın kendi mekânı, askerleri ve dükkanları olurdu.Lonca kurmak kolay bir iş değildi, bunun için para gerekliydi, ayrıca bu işin çok büyük tehlikeleri vardı, eğer bir lonca diğer loncaların işine istemeden dahi olsa zarar veriyorsa bu bir lonca savaşına kadar giderdi.Crueth bir düellodan asla korkmazdı, fakat eğer yeterince güçlü bir loncası olmazsa teke tek savaşabileceğinden emin değildi.
“Umarım neye kalkıştığınızın farkındasınızdır, baba.Loncalar hakkında çok şey okudum.Yeterince güçlü olmayan loncalar diğer loncaların altında ezilirler, ve eğer fazla güçlü olan loncalar da birkaç lonca tarafından ortadan kaldırılır, böyle şeyler gözümüzün önünde de oluyor baba, kitaplarda yazanlara bakmak gerekmez ! ”dedi Crueth endişesini belirtmek için.
Siobahn düşünüyordu.Bir lonca üyesi olmak belli bir saygınlığının olması demekti, Siobahn saygın biri olmayı isterdi.Fakat Crueth’in haklı olduğunu da fark etti, eğer yeterince güçlü olamazlarsa ellerindeki her şey bir anda gidebilirdi, hatta canları bile.
“Risklerin farkındayım, ”diye devam etti Duinath, “Şunu bilmenizi istiyorum ki, paramız var.” Dedenizin ölümünden sonra miras bana ve 2 amcanıza eşit olarak dağıtıldı, Inairtas henüz Kayıp Diyarlar’dan dönmediği için tüm miras şu an bizde, ve belirtmeliyim ki bizim bütçemizle beraber iyi bir başlangıç yapmaya yeter de artar bile.”
Siobahn “Bence denemeye değer.”dedi.Crueth’e baktı, onun da başını salladığını gördü, kardeşi de onaylıyordu.
“O zaman hazırlıklara başlayalım.”dedi Duinath.
4
Oda karanlıktı.Bir canlıya kör olduğunu düşündürecek kadar karanlık.Odadaki parlayan tek şeyler kırmızı gözlerdi.2 çift kırmızı göz, koyu karanlıkta odayı gün ortasındalarmış gibi görebiliyorlardı.
“İşe yarar bir şey bulabildin mi, Relnin? ”
İçeri girdiğinde işittiği ilk şey bu olmuştu.Kardeş de olsalar, drowların doğasında selamlaşmak yoktu.Onlar için niyet, amaç, ve sonuç vardı ve bunlar en kısa zamanda aynen bu sırayla gerçekleşmeliydi.Solunafein kardeşine bunu sorarken kafasını kitabından kaldırmamıştı bile, çünkü drowlar, uzun ömürlerine rağmen, zaman kaybetmekten hiç hoşlanmazlardı.
“Hayır.”diye cevap verdi Relnin, kılıçlarını çekerek üzerlerindeki kanı kapının yanındaki rafın üzerinden aldığı bir mendille temizlerken.Mendilin büyülü olduğu barizdi, ne kadar kan temizlese de hiç kirlenmiyordu.“Sadece birkaç çiftçiye rastladım, onlara kılıç ve o şeytan hakkında neler duyduklarını sordum.Bir şey bilmediklerini söylediler, ve benim kim olduğum hakkında sorular sormaya başlayınca onları öldürmek zorunda kaldım, bilirsin, risk almamız yasak.”
“Matron Vernessa bunu duymaktan pek hoşlanmayacaktır.Shadowlords’un yükselişi bu amaca bağlı Relnin, bunu biliyorsun.Sana bir ipucu bulmadan dönmemeni söylemiştim ! ”
“Evet, büyü bozulmadan geri dönmemi de söylemiştin, kardeşim ! ”
Solunafein arkasına yaslandı, kitabını bırakmıştı.Relnin’e yaptığı büyüyü hatırladı .Ona bir kimlik değiştirme büyüsü yapmıştı, böylece yeryüzünde bir kara elf gibi değil, bir insan gibi görünecekti.
“Yarın seninle geleceğim, sanırım bilgi için bu seferlik risk almamız gerekecek, Relnin, evet beni duydun, yarın Britain’e gidiyoruz, ve bulabildiğimiz tüm kaynaklardan en ufak bilgi dahi olsa alıyoruz, bize pahalıya patlasa bile.Çünkü sen de benim kadar iyi biliyorsun ki, eğer Matron hala elimizin boş olduğunu duyarsa o ellerimizi keser.”
Relnin kılıçlarını kınlarına soktu, başıyla onayladı ve Shadowlords üssünün barakalarına doğru yürümeye başladı.Yürürken düşünüyordu, gerçekten her şey bu amaca mı bağlıydı? O iblisle müttefik olunca yenilmez olacaklar mıydı? İblis güvenilir miydi? Neredeydi?
Shadowlords Faction’u kötü zamanlar yaşıyordu, kara elfler yeryüzünden kovulduğundan beri Yew mezarlıklarının altında, bu üste yaşıyorlardı ve artık onların hizmetine girmek isteyen pek fazla insan yoktu.Faction’un şimdiki lideri Vernessa, sonsuza kadar böyle yaşayamayacaklarını, ve şimdiye kadar sadece söylenti olarak bilinen Dark Father’ı müttefik olarak kazanmak istediğini sayısı çok azalmış olan Faction üyelerine haftalar öncesinden belirtmişti.
“Gerçek olduğundan bile emin olmadığımız bir şeyin peşinden koşuyoruz..Hepimizin sonu böyle mi olacak? Eninde sonunda yakalanıp Lord British’in kalesinin önünde yakılacak mıyız? ”diye söylendi Relnin kendi kendine.Fakat şu an kendine emredileni yapmanın onun için en iyisi olacağını düşündü ve yatağına gitti.
5
Lonca hazırlıkları tüm hızıyla sürüyordu, miras kalan büyük para ile Minoc ormanlarının içinde çok dikkat çekmeyen bir yerde yeterince büyük bir taş karargah yaptırılmıştı.Morthaur’lar bütün gün çalışıyorlardı, Crueth, Jaloux ve Rauquin taş binanın en üstünde yıldırım büyüleri çalışıyorlardı, Crueth bu büyüyü biliyordu, Jaloux ise birkaç kez denemişti, fakat artık zorlanmadan bu büyüyü yapabiliyordu, en gençleri olan Rauquin ise daha önce hiç denememiş olduğu bu büyüyü o günün sabahı çalışmaya başlamasına rağmen çok nadiren hata yapıyordu.
Clergé Garrett’a bütün gün gürz ve topuz savunmalarını gösteriyordu, ve artık Garrett da ağır silahlara gayet iyi hakim olabiliyordu.Kendisi daha çok, babasının ona ne zaman Paladin büyülerini öğreteceğini merak ediyordu, ve Clergé de onun bu hevesini takdir ediyor, fakat sabırlı olmasını söylüyordu.
Siobahn ise sürekli ormandaydı, diğerlerinin onun her akşam çiğ et getirmesini bütün gün avlanmasına dayandırıyorlardı.Kendisine neden bu kadar yemek biriktirdiğini sorduklarında “Eğer asker kiralayacaksak hepsinin iyi beslenmesi gerekli.Çelimsiz olurlarsa hemen ölürler, bu da bizim zararımıza olur öyle değil mi? ” diyerek soruyu sorana söyleyecek bir şey bırakmıyordu.
Lorelai gününün büyük bir kısmını ormanda geçiriyor, atları ehlileştirmeye çalışıyordu.Ehlileştirdiği atları daha sonra ahıra getirip orada hazır tutuyordu.
Duinath silah ambarından sorumluydu, Clergé’in boş zamanında yaptığı silahları bileyerek vakit geçiriyor, ve daha sonra onların dayanıklılığını ölçüyordu.Leia ise Britain’de paralı asker bulmak için çalışıyordu, yazılmak isteyen askerler Leia ile konuşuyorlar, eğer maaş ücretlerini uygun bulurlarsa yazılıp şanslarını denemek için ona isimlerini veriyorlardı.
Herkesin bir işi vardı, ve her geçen gün bu loncanın ayakta duracağı üzerine kurulu umutları artıyordu.Her şey daha iyi olacaktı, iyi bir hayatları olacaktı, hem de hareketli bir hayat, ve eğer her şey yolunda giderse para da kazanacaklardı.Başka isteyecekleri bir şey yok gibi görünüyordu.Yeni loncanın bir adı vardı, ve haberler hızlı yayılıyordu, herkes yeni bir loncanın kurulduğunu duymuştu ve ad yavaş yavaş Sosaria’nın çeşitli yerlerinde ağızlara alınmaya başlamıştı.
Sacred Souls.

6
Loş bir ışığın aydınlattığı uzun bir masanın etrafında toplanmışlardı.Masanın ucunda oturan adamla beraber tam 26 kişi vardı.Hepsinin önünde en kaliteli parşömenler ve tüy kalemler vardı, bu önemli bir toplantıydı, ve herkes görüşlerini önceden not almıştı.
Masanın başında oturan adam yaşlıydı, fakat yeşil gözlerinde öyle bir bilgelik vardı ki, onlara bakan insanlar bilmedikleri her şeyin cevabını bu adamda bulacaklarını sanırlardı.Bütün üyelerin gözü onun üzerindeydi, hararetli bir toplantının sonuna gelinmişti, ve son sözlerin söylenmesini bekliyorlardı.Hala alınamayan bir karara varılmasında bu sözler etkili olabilirdi.
Başbüyücü Orthad ayağı kalktı, ve uzun, beyaz sakalını sıvazlayarak konuşmaya başladı.
“Gelen tehlikenin büyüklüğünü açıklamam gerekmiyor, çünkü hepinizi birer birer tanıyorum, ve sezgilerinizin de kuvvetli olduğunun pekala farkındayım(karanlıkta yüzleri seçilemeyen diğer büyücüler başlarını sallayarak onaylıyorlardı).Fakat şunu belirtmeliyim ki, artık eskisi kadar güçlü değiliz.Gelen tehlike hakkında Lord British’i uyarmamıza rağmen kendisi isyancı kuvvetlerin lideri Blackthorn ile mücadelesinden vazgeçmiyor.Nefret ve hırs onun gözünü kör etmiş.Yaklaşmakta olan tehdidin yanında Blackthorn bir hiç.İblis uyandı, dostlarım.Çok yakında bu dünyada büyük bir kargaşa yaşanacak, tabi bir an önce bunun önüne geçilmezse.Ve korkarak itiraf etmeliyim ki, biz bunu durdurmak için yeterli güce sahip değiliz, ve Lord British de uyarılarımıza kulak asmıyor.”
“Yakında çok güçlü olabilecek bir lonca var Usta Orthad.Henüz yeni, ama duyduğuma göre en yetenekli savaşçıları ve büyücüleri işe alıyorlarmış, belki birlikte çalışırsak bir yerlere varabiliriz.”diye konuştu, karanlık suretler arasından genç bir ses.
“Bu lonca hakkında ne biliyorsun Martin? ”diye konuştu Orthad.
“Öğrendiklerime göre kalabalık bir aile tarafından kurulmuş.Loncaya iki kişi liderlik ediyor, bunlar iki kardeşmiş, ve babaları Sosaria’nın en zengin adamlarından biriymiş, ama zengin olduğu kadar cimriymiş de, o kadar cimriymiş ki kendisinin o kadar altını varken bir oğlu üç çocuğuyla bir çiftlikte yaşıyormuş.Neyse ki vasiyetinde üç oğluna eşit payda malvarlığını bırakacağını yazmış, fakat bir oğlunun nerede olduğu bilinmiyor, böylece miras iki oğlu arasında paylaşılmış ve bu büyük parayla loncayı kurmuşlar.Şu an zenginler ve güçlü savaşçıların maliyetini de karşılayabilirler.”
“Bütün bunları nereden öğreniyorsun sen? ”diye bir ses geldi üyelerin içinden, bunun peşinden de ufak kıkırdamalar duyuldu.
“Sessizlik ! ” diye bağırdı Orthad, ve salondaki bütün sesler kesildi.O yaşlı adamdan o kadar ses çıkması şaşırtıcıydı, fakat buna şaşıranların, o yaşlı adamın daha neler yapabileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu.
“Onlarla temasa geçmeni istiyorum Martin, hemen, bu sabah.Fakat unutma, şu an için kimliğimizi bilmemeleri bizim için iyi olur, zamanı geldiğinde bilmeleri gerekenleri öğrenirler.Artık dinlenebilirsiniz dostlarım, toplantımız sona ermiştir.”dedi Orthad, ve masadan fısıltılar yükselmeye başladı, belli ki bir çeşit büyü sözüydü bunlar, çünkü teker teker tüm üyeler aniden kaybolarak salonu terk ettiler.
Orthad salonda yalnız kaldığında, “Artık Council of Mages’in olanlara müdahale etme vakti geldi.” dedi kendi kendine, ve birkaç söz de kendisi fısıldadı, ve “yok oldu”.
7
Marcos handaki odasına doğru ilerliyordu.Bugün hiçbir sorun yaşamamıştı ve gerçekten iyi para kazanmıştı.Han sahibi onu görünce, “İyi akşamlar Bay Barnes, ” diye seslendi.Marcos baştan savma bir şekilde el sallayarak yürümeye devam etti, odaya girince kapıyı kapadı ve içeriden kilitledi.Oda karanlıktı, ve dışarıda yağan yağmur odaya biraz hüzünlü, biraz da ürpertici bir hava katıyordu.Yatağına doğru ilerlerken takma sakalını ve beyaz peruğunu çıkarttı, arkasında topladığı uzun saçlarını açarak rahat bir nefes aldı.Bir saniye sonra karşısında gördüğü şey nefesinin ciğerlerinde kalmasına neden oldu.Çakan bir şimşeğin yarattığı bir anlık ışık, pencerenin kenarında bir insan siluetini aydınlatmıştı! Odanın içinde biri vardı, ve Marcos onu fark edene kadar hiç konuşmamıştı.
“Merhaba Marcos, işler nasıl gidiyor? ”dedi genç adam karanlığın içinden.
“Benim adım Barnes ! Sen kimsin? Ne istiyorsun ve buraya nasıl geldin? Bana yüzünü göster ! ”dedi Marcos sinirle, korkmuş ve gerilmişti.
“Ah, Marcos, sahte kimliklerin beni güldürüyor.Pekala, artık biraz daha açık olalım değil mi? ”
Karanlıktaki adam anlaşılmaz bir şekilde hızla bir el hareketi yaptı ve Marcos birden odanın aydınlandığını fark etti.Artık genç adamın yüzü de açıkça görülüyordu.
“Martin! ”dedi Marcos. “Benden ne istiyorsun? Artık sizin için iş yapmak istemiyorum, geçen sefer Minax kalesinde neredeyse öldürüleceğimi yeniden konuşmamıza gerek yok herhalde ! ”
“Seçim yapacak durumda olmadığını sen de en az benim kadar iyi biliyorsun Marcos, bu yüzden konuşmamanı ve beni dinlemeni öneririm.Council Of Mages sana bu sefer tehlikesi daha az bir iş veriyor.Bunun üstesinden gelebileceğinden eminim.”
“Evet, biraz daha açıklayıcı olur musun? ”diye homurdandı Marcos.
“Sacred Souls ismini..hiç duydun mu Marcos? ”diye devam etti Martin.
“Dalga mı geçiyorsun, bütün Sosaria’nın ağzında.Biliyorsun, ben çok “toplumun içinde olan” bir insanım Martin.Pekala, ne olmuş onlara, onlardan bir şey mi çalmamı istiyorsun? ”diye sordu Marcos isteksizce.
“Hayır.Onların liderlerinden biriyle konuşmamız gerekiyor.Bu yüzden Duinath veya Clergé Morthaur kardeşlerden birini bize getireceksin.”
“Neden gidip onları kendiniz almıyorsunuz? ! ”diye inledi Marcos, bu işi yapmayı gerçekten istemiyordu.
“Çünkü Council Of Mages’in bir üyesinin oraya gittiği ve lonca ile direk temasa geçtiği öğrenilirse bu bizim için bir felaket olur.Kaleleri Minoc kuzeyindeki ormanın içinde.Sana bu kadar yardımcı olabilirim.İçeri nasıl gireceğin ve liderlerden birini nasıl çıkaracağın sana kalmış.İyi şanslar Marcos.”
Marcos “Dur, bekle! ”diye bağırdı fakat Martin aniden buhar olup uçmuştu bile.
Odanın kapısı çalındı.Han sahibi belli ki gürültüyü duymuştu. “Her şey yolunda mı Bay Barnes? ”
“Her şey yolunda, teşekkür ederim.”dedi Marcos, maymuncuklarını cebine attı, eldivenlerini taktı, kullanmayı hiç istemediği hançerini de kemerine takarak pencereden çıktı ve geceye karıştı.
8
Sacred Souls kalesi sessizdi, çoğu kişi çoktan yataklarına çekilmişti, bir tek Clergé ve Leia büyük salonda şöminenin başında oturuyor, ve sessizce konuşuyorlardı.
“Yarın sabah 20 asker daha gelecek Clergé, kayıtlara baktım.Onlar için yerimiz var mı? ”dedi Leia.
“Evet, sen yer işini merak etme, henüz yeterli yerimiz var.Şu ana kadar elimizdeki askerler bir sorun çıkarmadı, umarım yeni gelenler de çıkarmaz.”diye yanıtladı Clergé.
“Umarım.”dedi Leia.
Bu sırada ön kapıda iki muhafız en son çıkan söylentiler hakkında sohbet ediyorlardı.O an, siyah bir şeklin önlerinden geçtiğini fark etmediler.Marcos tüm kalenin etrafını dolaşmıştı, fakat kalenin ustaca yapılmış duvarlarını fark etti.Taş duvarlar her ne kadar büyük bloklardan inşa edilmiş olsa da, aralarında hiç boşluk yoktu, ve pürüz çok azdı.Bu da tırmanma planının suya düştüğü anlamına geliyordu.Başka bir şey düşünmeliydi.
Muhafızlar sohbet ederken birden uzun siyah saçlı, siyah cüppeli birinin onlara doğru koştuğunu gördüler, adamın yüzünde çok korkmuş bir ifade vardı.“Lütfen, efendim, bana yardım edin, bir troll eşimi kaçırdı, işte orada, şu tarafa doğru gitti, lütfen, lütfen onu kurtarmama yardım edin! ”diye yalvarmaya başladı adam.
Muhafızlar adamın gösterdiği yöne doğru kılıçlarını çekip koşmaya başlayınca sinsice sırıtan Marcos bilekleriyle ikisinin kafasına aynı anda vurdu.Marcos iyi bir dövüşçüydü, silahlardan pek iyi anlamazdı, ama ellerini en iyi şekilde kullanırdı.Bayılan muhafızları çalıların arasına sürükleyerek dikkat çekme riskini ortadan kaldırdı, daha sonra ön kapının kilidini maymuncuk ile açarak içeri girdi.İçerisi sessizdi, herkes uyuyor olmalıydı.Avludan geçerken büyük bir salon gördü, salonun öbür ucundaki şöminede ateş yanıyordu ve muhtemelen yanında insanlar vardı.Marcos, liderlerin odalarının üst katlarda olduğunu düşünerek yukarıya çıktı, en üst kata vardığında iki oda gördü, tam tahmin ettiği gibiydi.Odalardan ilkini sessizce açtı, içeride kimsenin olmadığını görünce ikincisine doğru yöneldi.İkinci odada bir yatak vardı ve biri kadın biri ise adam olmak üzere iki kişi uyuyordu.Marcos söylenerek hançerini çıkardı ve onu adamın boğazına dayadı.Adam birden irkildi fakat boğazında bir çelik olduğunu anlayacak kadar hızlı ayılmıştı ve ses çıkarmayacak kadar da akıllıydı.
“Sen de kimsin? ”dedi adam fısıltıyla, belli ki kadını uyandırmanın bütün kaleyi uyandırmakla aynı şey olduğunun farkındaydı.
“Aynı şeyi sorması gereken benim, ”dedi Marcos sessizce.
“Ben Duinath Morthaur.Kimseye zarar vermedik.Ne istiyorsun? ”dedi adam, sesinde biraz korku vardı.
Marcos, “Seni.”dedi ve adamın suratına öyle sert bir şekilde vurdu ki adam bağıramadı bile.
Loş bir ışığın aydınlattığı uzun bir masanın etrafında toplanmışlardı.Masanın ucunda oturan adamla beraber tam 26 kişi vardı.Hepsinin önünde en kaliteli parşömenler ve tüy kalemler vardı, bu önemli bir toplantıydı, ve herkes görüşlerini önceden not almıştı.
Masanın başında oturan adam yaşlıydı, fakat yeşil gözlerinde öyle bir bilgelik vardı ki, onlara bakan insanlar bilmedikleri her şeyin cevabını bu adamda bulacaklarını sanırlardı.Bütün üyelerin gözü onun üzerindeydi, hararetli bir toplantının sonuna gelinmişti, ve son sözlerin söylenmesini bekliyorlardı.Hala alınamayan bir karara varılmasında bu sözler etkili olabilirdi.
Başbüyücü Orthad ayağı kalktı, ve uzun, beyaz sakalını sıvazlayarak konuşmaya başladı.
“Gelen tehlikenin büyüklüğünü açıklamam gerekmiyor, çünkü hepinizi birer birer tanıyorum, ve sezgilerinizin de kuvvetli olduğunun pekala farkındayım(karanlıkta yüzleri seçilemeyen diğer büyücüler başlarını sallayarak onaylıyorlardı).Fakat şunu belirtmeliyim ki, artık eskisi kadar güçlü değiliz.Gelen tehlike hakkında Lord British’i uyarmamıza rağmen kendisi isyancı kuvvetlerin lideri Blackthorn ile mücadelesinden vazgeçmiyor.Nefret ve hırs onun gözünü kör etmiş.Yaklaşmakta olan tehdidin yanında Blackthorn bir hiç.İblis uyandı, dostlarım.Çok yakında bu dünyada büyük bir kargaşa yaşanacak, tabi bir an önce bunun önüne geçilmezse.Ve korkarak itiraf etmeliyim ki, biz bunu durdurmak için yeterli güce sahip değiliz, ve Lord British de uyarılarımıza kulak asmıyor.”
“Yakında çok güçlü olabilecek bir lonca var Usta Orthad.Henüz yeni, ama duyduğuma göre en yetenekli savaşçıları ve büyücüleri işe alıyorlarmış, belki birlikte çalışırsak bir yerlere varabiliriz.”diye konuştu, karanlık suretler arasından genç bir ses.
“Bu lonca hakkında ne biliyorsun Martin? ”diye konuştu Orthad.
“Öğrendiklerime göre kalabalık bir aile tarafından kurulmuş.Loncaya iki kişi liderlik ediyor, bunlar iki kardeşmiş, ve babaları Sosaria’nın en zengin adamlarından biriymiş, ama zengin olduğu kadar cimriymiş de, o kadar cimriymiş ki kendisinin o kadar altını varken bir oğlu üç çocuğuyla bir çiftlikte yaşıyormuş.Neyse ki vasiyetinde üç oğluna eşit payda malvarlığını bırakacağını yazmış, fakat bir oğlunun nerede olduğu bilinmiyor, böylece miras iki oğlu arasında paylaşılmış ve bu büyük parayla loncayı kurmuşlar.Şu an zenginler ve güçlü savaşçıların maliyetini de karşılayabilirler.”
“Bütün bunları nereden öğreniyorsun sen? ”diye bir ses geldi üyelerin içinden, bunun peşinden de ufak kıkırdamalar duyuldu.
“Sessizlik ! ” diye bağırdı Orthad, ve salondaki bütün sesler kesildi.O yaşlı adamdan o kadar ses çıkması şaşırtıcıydı, fakat buna şaşıranların, o yaşlı adamın daha neler yapabileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu.
“Onlarla temasa geçmeni istiyorum Martin, hemen, bu sabah.Fakat unutma, şu an için kimliğimizi bilmemeleri bizim için iyi olur, zamanı geldiğinde bilmeleri gerekenleri öğrenirler.Artık dinlenebilirsiniz dostlarım, toplantımız sona ermiştir.”dedi Orthad, ve masadan fısıltılar yükselmeye başladı, belli ki bir çeşit büyü sözüydü bunlar, çünkü teker teker tüm üyeler aniden kaybolarak salonu terk ettiler.
Orthad salonda yalnız kaldığında, “Artık Council of Mages’in olanlara müdahale etme vakti geldi.” dedi kendi kendine, ve birkaç söz de kendisi fısıldadı, ve “yok oldu”.
7
Marcos handaki odasına doğru ilerliyordu.Bugün hiçbir sorun yaşamamıştı ve gerçekten iyi para kazanmıştı.Han sahibi onu görünce, “İyi akşamlar Bay Barnes, ” diye seslendi.Marcos baştan savma bir şekilde el sallayarak yürümeye devam etti, odaya girince kapıyı kapadı ve içeriden kilitledi.Oda karanlıktı, ve dışarıda yağan yağmur odaya biraz hüzünlü, biraz da ürpertici bir hava katıyordu.Yatağına doğru ilerlerken takma sakalını ve beyaz peruğunu çıkarttı, arkasında topladığı uzun saçlarını açarak rahat bir nefes aldı.Bir saniye sonra karşısında gördüğü şey nefesinin ciğerlerinde kalmasına neden oldu.Çakan bir şimşeğin yarattığı bir anlık ışık, pencerenin kenarında bir insan siluetini aydınlatmıştı! Odanın içinde biri vardı, ve Marcos onu fark edene kadar hiç konuşmamıştı.
“Merhaba Marcos, işler nasıl gidiyor? ”dedi genç adam karanlığın içinden.
“Benim adım Barnes ! Sen kimsin? Ne istiyorsun ve buraya nasıl geldin? Bana yüzünü göster ! ”dedi Marcos sinirle, korkmuş ve gerilmişti.
“Ah, Marcos, sahte kimliklerin beni güldürüyor.Pekala, artık biraz daha açık olalım değil mi? ”
Karanlıktaki adam anlaşılmaz bir şekilde hızla bir el hareketi yaptı ve Marcos birden odanın aydınlandığını fark etti.Artık genç adamın yüzü de açıkça görülüyordu.
“Martin! ”dedi Marcos. “Benden ne istiyorsun? Artık sizin için iş yapmak istemiyorum, geçen sefer Minax kalesinde neredeyse öldürüleceğimi yeniden konuşmamıza gerek yok herhalde ! ”
“Seçim yapacak durumda olmadığını sen de en az benim kadar iyi biliyorsun Marcos, bu yüzden konuşmamanı ve beni dinlemeni öneririm.Council Of Mages sana bu sefer tehlikesi daha az bir iş veriyor.Bunun üstesinden gelebileceğinden eminim.”
“Evet, biraz daha açıklayıcı olur musun? ”diye homurdandı Marcos.
“Sacred Souls ismini..hiç duydun mu Marcos? ”diye devam etti Martin.
“Dalga mı geçiyorsun, bütün Sosaria’nın ağzında.Biliyorsun, ben çok “toplumun içinde olan” bir insanım Martin.Pekala, ne olmuş onlara, onlardan bir şey mi çalmamı istiyorsun? ”diye sordu Marcos isteksizce.
“Hayır.Onların liderlerinden biriyle konuşmamız gerekiyor.Bu yüzden Duinath veya Clergé Morthaur kardeşlerden birini bize getireceksin.”
“Neden gidip onları kendiniz almıyorsunuz? ! ”diye inledi Marcos, bu işi yapmayı gerçekten istemiyordu.
“Çünkü Council Of Mages’in bir üyesinin oraya gittiği ve lonca ile direk temasa geçtiği öğrenilirse bu bizim için bir felaket olur.Kaleleri Minoc kuzeyindeki ormanın içinde.Sana bu kadar yardımcı olabilirim.İçeri nasıl gireceğin ve liderlerden birini nasıl çıkaracağın sana kalmış.İyi şanslar Marcos.”
Marcos “Dur, bekle! ”diye bağırdı fakat Martin aniden buhar olup uçmuştu bile.
Odanın kapısı çalındı.Han sahibi belli ki gürültüyü duymuştu. “Her şey yolunda mı Bay Barnes? ”
“Her şey yolunda, teşekkür ederim.”dedi Marcos, maymuncuklarını cebine attı, eldivenlerini taktı, kullanmayı hiç istemediği hançerini de kemerine takarak pencereden çıktı ve geceye karıştı.
8
Sacred Souls kalesi sessizdi, çoğu kişi çoktan yataklarına çekilmişti, bir tek Clergé ve Leia büyük salonda şöminenin başında oturuyor, ve sessizce konuşuyorlardı.
“Yarın sabah 20 asker daha gelecek Clergé, kayıtlara baktım.Onlar için yerimiz var mı? ”dedi Leia.
“Evet, sen yer işini merak etme, henüz yeterli yerimiz var.Şu ana kadar elimizdeki askerler bir sorun çıkarmadı, umarım yeni gelenler de çıkarmaz.”diye yanıtladı Clergé.
“Umarım.”dedi Leia.
Bu sırada ön kapıda iki muhafız en son çıkan söylentiler hakkında sohbet ediyorlardı.O an, siyah bir şeklin önlerinden geçtiğini fark etmediler.Marcos tüm kalenin etrafını dolaşmıştı, fakat kalenin ustaca yapılmış duvarlarını fark etti.Taş duvarlar her ne kadar büyük bloklardan inşa edilmiş olsa da, aralarında hiç boşluk yoktu, ve pürüz çok azdı.Bu da tırmanma planının suya düştüğü anlamına geliyordu.Başka bir şey düşünmeliydi.
Muhafızlar sohbet ederken birden uzun siyah saçlı, siyah cüppeli birinin onlara doğru koştuğunu gördüler, adamın yüzünde çok korkmuş bir ifade vardı.“Lütfen, efendim, bana yardım edin, bir troll eşimi kaçırdı, işte orada, şu tarafa doğru gitti, lütfen, lütfen onu kurtarmama yardım edin! ”diye yalvarmaya başladı adam.
Muhafızlar adamın gösterdiği yöne doğru kılıçlarını çekip koşmaya başlayınca sinsice sırıtan Marcos bilekleriyle ikisinin kafasına aynı anda vurdu.Marcos iyi bir dövüşçüydü, silahlardan pek iyi anlamazdı, ama ellerini en iyi şekilde kullanırdı.Bayılan muhafızları çalıların arasına sürükleyerek dikkat çekme riskini ortadan kaldırdı, daha sonra ön kapının kilidini maymuncuk ile açarak içeri girdi.İçerisi sessizdi, herkes uyuyor olmalıydı.Avludan geçerken büyük bir salon gördü, salonun öbür ucundaki şöminede ateş yanıyordu ve muhtemelen yanında insanlar vardı.Marcos, liderlerin odalarının üst katlarda olduğunu düşünerek yukarıya çıktı, en üst kata vardığında iki oda gördü, tam tahmin ettiği gibiydi.Odalardan ilkini sessizce açtı, içeride kimsenin olmadığını görünce ikincisine doğru yöneldi.İkinci odada bir yatak vardı ve biri kadın biri ise adam olmak üzere iki kişi uyuyordu.Marcos söylenerek hançerini çıkardı ve onu adamın boğazına dayadı.Adam birden irkildi fakat boğazında bir çelik olduğunu anlayacak kadar hızlı ayılmıştı ve ses çıkarmayacak kadar da akıllıydı.
“Sen de kimsin? ”dedi adam fısıltıyla, belli ki kadını uyandırmanın bütün kaleyi uyandırmakla aynı şey olduğunun farkındaydı.
“Aynı şeyi sorması gereken benim, ”dedi Marcos sessizce.
“Ben Duinath Morthaur.Kimseye zarar vermedik.Ne istiyorsun? ”dedi adam, sesinde biraz korku vardı.
Marcos, “Seni.”dedi ve adamın suratına öyle sert bir şekilde vurdu ki adam bağıramadı bile.

9
“Siz Dark Father’ı nereden öğrendiniz? ”dedi kadın sakince, “Ve, benim onun hakkında bir şey bildiğimi de nereden çıkardınız? ”diye ekledi.Karşısında gördüğü iki insan hayatında gördüğü en garip iki insandı, çok soğuk hareketleri vardı ve sanki insan değil de, başka varlıklarmış gibi bir izlenimleri vardı.
Relnin ellerini göğsünde kavuşturmuş, kapının yanında sessizce kardeşi ve Pia arasında geçen konuşmayı dinliyordu.Yanında kardeşi varken konuşmayı genelde ona bırakırdı.Pia ise Britain’de Sanatçılar Loncası’nın başkanıydı, fakat hem Relnin, hem Solunafein, aslında onun yalnızca Sanatçılar Loncası değil, Hırsızlar Loncası’nın da başkanı olduğunu biliyorlardı.
“Senin kim olduğunu biliyoruz, Pia.”dedi Solunafein. “Sorduğumuz şey hakkında bilgin olduğunu da biliyoruz.Fiyatı neyse bunu ödeyeceğiz, kuşkun olmasın.Ama eğer sorun çıkarırsan senin küçük hırsızların seni kurtarmak için hiçbir şey yapamazlar.Şimdi, Dark Father hakkında ne biliyorsun? ”
“Bu size pahalıya patlar, ”dedi Pia, elinden geldiğince soğukkanlı görünmeye çalışıyordu, fakat karşısındakileri sinirlendirmemesi gerektiğini de biliyordu.
Solunafein, kardeşine bir el işareti yaptı, Relnin cebinden çıkardığı 2 keseyi Solunafein’e attı.Solunafein keseleri yakalayarak içindekileri altınları Pia’nın önündeki masaya döktü.Pia gözleri parlayarak altınlara baktı, bu gerçekten iyi bir ücretti.
“Pekala, size bildiklerimi anlatacağım.Ben Dark Father’ı hiç görmedim, fakat size gerçek olduğunu garanti edebilirim.Onun inine bir kere girdim, ve inanın bana, ne verilirse verilsin bir daha oraya girmeyeceğim.Bir kaç meslektaşımla beraber Umbra’nın güneydoğusunda bir zindan girişi bulmuştuk.İçerisi yüzyıllardır girilmemiş gibiydi, bu yüzden değerli eşyaların bulunması muhtemeldi.İçeri girdik, fakat içerisi bir kabustan farklı değildi.Bunca yıldır gölgelerde gezen biri olarak şunu söylemeliyim ki, hayatımda o kadar koyu bir karanlık görmedim.Orada yalnız değildik.Orada bir cadı var.Bize Dark Father’dan o sözetmişti, daha fazla ilerlememizin bizim sonumuz olacağı hakkında da bizi uyarmıştı.Ben ilerlemeyi reddettim, fakat arkadaşlarım benimle aynı fikirde değildi.Onların zengin olma hayalleri korkularına baskın gelmişti.Daha sonra onları hiç görmedim.”
“Pekala Pia..”dedi Solunafein. “Senden bizi oraya götürmeni istiyorum.”
“Oraya ASLA geri gitmem ! ”diye çığlık attı Pia, fakat çığlığını bitiremeden Solunafein ona telekinetik bir büyü yaptı, ve kadının ayaklarını yerden keserek onu duvara yapıştırdı.
“Şimdi beni iyi dinle Pia.Oraya bizi götüreceksin.Ya şimdi bu parayı alıp bizi bir hafta sonra günbatımında oraya götürürsün, ya da hemen, burada, şimdi ölürsün.Sanırım öteki seçenekte para, ve yaşama şansın var.Doğru seçimi yapacağından eminim, Pia.”dedi Solunafein, Pia’nın hayatında duyduğu en soğukkanlı ses ile.Gözleri adeta kadının kanını donduruyordu.Bu bir insan değildi, insan olmasına inanmak için deli olmak gerekiyordu.Pia artık cesur numarası yapmayı kesmişti, tir tir titreyerek başı ile onayladı.
“Sen akıllı birisin, Pia.”dedi Solunafein, ve Relnin’e bir işaret daha yaptı.Kapıdan çıkarken “Bir hafta vaktin var.Yolu yeniden hatırlamaya çalışsan iyi olur.Hata yapman senin sonun olacak Pia, bunu biliyorsun.”dedi ve korkudan felç olan Pia’yı odada altınlarla baş başa bıraktı.
10
“Benden ne istiyorsunuz? ”
Duinath’ın sesi sonu görünmeyen karanlık salonda yankılandı.
Karanlığın içinden cüppeli bir suret belirdi, yüzü kukuletasının ardına saklanmıştı, tek görünen, yüzünü saklayan karanlıktan sakmış uzun beyaz bir sakaldı.
“Sana zarar vermek niyetinde değiliz Morthaur, seni bize yardım etmeni istemek için getirdik., ”dedi adam.
“Siz kimsiniz ? ! ” dedi Duinath, nerede olduğunu merak ediyordu, ama sesinde korku yoktu.
“Bizler uzun zamandır Sosaria’yı sizin hiç bilmediğiniz tehlikelerden koruyan bir grubuz Duinath. Ve şimdi yardıma ihtiyacımız var.Council of Mages’ın sizin yardımınıza ihtiyacı var.”
“Council of Mages mi ? ! Ne yapmayı planlıyorsunuz ? Beni buraya zorla getirip kirli işlerinizi yaptırtacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, ben asla şerefime leke sürmem ! ” diye haykırdı Duinath.
Etrafta cüppeli suretler vardı.Duinath bu konuşmanın çok sayıda dinleyicisi olduğunu fark etti.
Yaşlı adam kukuletasını geri itti, artık adamın yaşlı ve bilge yüzü rahatça seçilebiliyordu.
“Ama beni dinlemedin bile dostum, ”dedi Orthad sakince. “Yüzyıllardır varlığından sadece en nadir ve eski kitaplarda söz edilen iblis, yeniden uyandı, ve Sosaria’nın üzerine ateşini kusmaya hazırlanıyor.Eğer hemen harekete geçilmezse asla durdurulamaz. Biz büyücüler onun uyandığını hissedebiliyoruz. Büyüsü o kadar kuvvetli ki tüm Sosaria’da dalgalar halinde hissediliyor.”
“Onun varlığını hissediyorsanız neden gidip onun işini daha da güçlenmesine izin vermeden bitirmiyorsunuz o halde? ” dedi Duinath.
“İşler ne yazık ki o kadar basit değil Duinath.Yerini bulmak için çalışıyoruz.”diye yanıtladı Orthad. “Eskisi kadar güçlü değiliz artık.Eskiden hiç kimsenin yardımına ihtiyacımız olmadan, kimsenin haberi bile olmadan insanların güvenliğini sağlardık.Bu son tehlike hakkında Lord British’in kendisine bir mektup yollamama rağmen dikkate alınmadık.Yoruldum Duinath..Artık çok yaşlıyım.Sana bunu zorla yaptırmayı inan aklımdan hiç geçirmedim.Sadece en içten hislerimle yardımını rica ediyorum.Tüm Sosaria’yı ölümden kurtarma şansımız var..”
Duinath bu yaşlı adamın ne kadar iyilik dolu ve saf bir yüzü olduğunu fark etti.Adam doğru söylüyordu.Bir şeyler yapılmalıydı..
“Adınız nedir? ”diye sordu Duinath.
“Orthad.” dedi yaşlı adam.
“Ne yapmamı istiyorsunuz? ”
“Loncanı dövüşe hazırlamanı istiyorum, hazır olduğumuzda sana haber verilecek.”dedi Orthad.
Duinath gitme vaktinin geldiğini anladı.Ayağa kalktı, arkadaki loş ışığın aydınlattığı kapıya yöneldi.Marcos orada bekliyordu, Duinath yanına gelip durdu.
“Gelmemi rica edemez miydin? ” dedi hafifçe homurdanarak.Başı hala ağrıyor gibiydi.
“Bu kadar yardımsever olduğunu bilsem sorardım.Afedersin.Ben Johnson.Memnun oldum.Sana buradan kalenize kadar eşlik etmem gerekiyor.”
Duinath yorgun bir ifadeyle başını salladı ve kapıdan çıktı.
11
Loncada bir hareketlilik başlamıştı.Son 3 gündür tüm üyeler canla başla çalışıyor, hazırlıklar yapılıyor ve eğitimler iki katı hızla yapılıyordu.Duinath eve döndüğünde söylediklerinde ciddi olduğunu söylediğinde herkes onun kötü bir rüya görmüş olabileceği ihtimalini aklına getirse de adamın ciddi olduğunu yüz ifadesindeki kararlılıktan anlamışlardı.
Garrett artık tam anlamıyla profesyonel bir ağır silah savaşçısı olmuştu.Savunmalarını eksiksiz yapıyor, en uygun zamanda darbeyi indirmesi gerektiğini biliyordu.Ayrıca Clergé ona Paladin büyülerini de öğretmişti, artık yaralarını kapatabiliyor, ışık kullanabiliyor ve lanetleri bozabiliyordu.
Jaloux ve Rauquin Crueth’in sıkı eğitim programından geçmişlerdi, ve büyüyle kendilerini gayet iyi idare edebiliyorlar gibi görünüyorlardı.
Clerge ve Duinath gün içinde paralı askerlerin eğitimini üstleniyorlar, dizilişler ve taktikler üzerinde çalışıyorlardı.
Siobahn ise tüm gün macera peşinde koşmaya devam ediyordu, zevk için avlanıyordu(bu da genellikle eve akşam yemeği ile dönmesine neden oluyordu).
Lonca savaşa kısa süre içinde hazırlanmıştı.
****
“Ne demek istiyorsun? İnsan değildi de ne demek? ”diye ısrar ediyordu Marcos.
“Gözleri..”dedi Pia. “Kırmızıydı..”
“Senden ne istediler? ”
“Dark Father adlı bir iblis hakkında bilgi istediler, bu çok güçlü bir yaratık, Marcos. Sonra da yerini göstermemi istediler.2 gün sonra onları oraya götürmezsem bana ne yapacaklarını Tanrılar bilir ! ”
Marcos hiçbir şey söylemedi.Pia’yı uzun zamandır tanırdı, onun için çok şey yapmıştı.Ama şimdi Pia’nın Dark Father’ın yerini bildiğini öğrenmişti ve bu Dark Father, Council of Mages’in aylarca izini bulmaya çalıştığı iblisti.
“Beni dinle Pia, bana da o yaratığın yerini söylemelisin.”
“Sen neden bahsediyorsun? Sen Dark Father’ın varolduğunu biliyor muydun? ”dedi Pia, bu soruyu duyduğuna şaşırmıştı.
“Dinle Pia, seni tehdit edenlerin mutlaka Dark Father ile ilgili hoş olmayan planları olmalı. Dark Father durdurulmalı Pia, eğer yerini bana söylersen bunu yapma şansımız var.Sana söylemedim, üzgünüm, ama geçen hafta Orthad ile görüştüm.Bu şeytanlığa bir son vermeyi planlıyorlar ve eğer tahminleri doğruysa Dark Father serbest bırakıldığında Sosaria’nın sonu gelecek ! ”
“Orthad hırsızlardan yardım istediğinde önce mutlaka benimle görüşürdü.” dedi Pia.
“Pia, bunun için zaman yok ! Seni burada tehdit eden insanlar Dark Father’ı serbest bırakmayı planlıyor ! Olabilecekleri düşünmüyor musun ?! ”
Pia uzun süre sessiz kaldı.
“İki gün sonra şafak vaktinde buradan ayrılacağız ve Umbra ormanlarına gideceğiz. Büyücüler –veya onu durduracağını söyleyenler her kimse- Umbra’da beklesinler.Sen, bizi sessizce takip et.Yeri gördüğünde onları oraya getirirsin, ve ne olacaksa olur tamam mı ? ”dedi sonra.
“Siz Dark Father’ı nereden öğrendiniz? ”dedi kadın sakince, “Ve, benim onun hakkında bir şey bildiğimi de nereden çıkardınız? ”diye ekledi.Karşısında gördüğü iki insan hayatında gördüğü en garip iki insandı, çok soğuk hareketleri vardı ve sanki insan değil de, başka varlıklarmış gibi bir izlenimleri vardı.
Relnin ellerini göğsünde kavuşturmuş, kapının yanında sessizce kardeşi ve Pia arasında geçen konuşmayı dinliyordu.Yanında kardeşi varken konuşmayı genelde ona bırakırdı.Pia ise Britain’de Sanatçılar Loncası’nın başkanıydı, fakat hem Relnin, hem Solunafein, aslında onun yalnızca Sanatçılar Loncası değil, Hırsızlar Loncası’nın da başkanı olduğunu biliyorlardı.
“Senin kim olduğunu biliyoruz, Pia.”dedi Solunafein. “Sorduğumuz şey hakkında bilgin olduğunu da biliyoruz.Fiyatı neyse bunu ödeyeceğiz, kuşkun olmasın.Ama eğer sorun çıkarırsan senin küçük hırsızların seni kurtarmak için hiçbir şey yapamazlar.Şimdi, Dark Father hakkında ne biliyorsun? ”
“Bu size pahalıya patlar, ”dedi Pia, elinden geldiğince soğukkanlı görünmeye çalışıyordu, fakat karşısındakileri sinirlendirmemesi gerektiğini de biliyordu.
Solunafein, kardeşine bir el işareti yaptı, Relnin cebinden çıkardığı 2 keseyi Solunafein’e attı.Solunafein keseleri yakalayarak içindekileri altınları Pia’nın önündeki masaya döktü.Pia gözleri parlayarak altınlara baktı, bu gerçekten iyi bir ücretti.
“Pekala, size bildiklerimi anlatacağım.Ben Dark Father’ı hiç görmedim, fakat size gerçek olduğunu garanti edebilirim.Onun inine bir kere girdim, ve inanın bana, ne verilirse verilsin bir daha oraya girmeyeceğim.Bir kaç meslektaşımla beraber Umbra’nın güneydoğusunda bir zindan girişi bulmuştuk.İçerisi yüzyıllardır girilmemiş gibiydi, bu yüzden değerli eşyaların bulunması muhtemeldi.İçeri girdik, fakat içerisi bir kabustan farklı değildi.Bunca yıldır gölgelerde gezen biri olarak şunu söylemeliyim ki, hayatımda o kadar koyu bir karanlık görmedim.Orada yalnız değildik.Orada bir cadı var.Bize Dark Father’dan o sözetmişti, daha fazla ilerlememizin bizim sonumuz olacağı hakkında da bizi uyarmıştı.Ben ilerlemeyi reddettim, fakat arkadaşlarım benimle aynı fikirde değildi.Onların zengin olma hayalleri korkularına baskın gelmişti.Daha sonra onları hiç görmedim.”
“Pekala Pia..”dedi Solunafein. “Senden bizi oraya götürmeni istiyorum.”
“Oraya ASLA geri gitmem ! ”diye çığlık attı Pia, fakat çığlığını bitiremeden Solunafein ona telekinetik bir büyü yaptı, ve kadının ayaklarını yerden keserek onu duvara yapıştırdı.
“Şimdi beni iyi dinle Pia.Oraya bizi götüreceksin.Ya şimdi bu parayı alıp bizi bir hafta sonra günbatımında oraya götürürsün, ya da hemen, burada, şimdi ölürsün.Sanırım öteki seçenekte para, ve yaşama şansın var.Doğru seçimi yapacağından eminim, Pia.”dedi Solunafein, Pia’nın hayatında duyduğu en soğukkanlı ses ile.Gözleri adeta kadının kanını donduruyordu.Bu bir insan değildi, insan olmasına inanmak için deli olmak gerekiyordu.Pia artık cesur numarası yapmayı kesmişti, tir tir titreyerek başı ile onayladı.
“Sen akıllı birisin, Pia.”dedi Solunafein, ve Relnin’e bir işaret daha yaptı.Kapıdan çıkarken “Bir hafta vaktin var.Yolu yeniden hatırlamaya çalışsan iyi olur.Hata yapman senin sonun olacak Pia, bunu biliyorsun.”dedi ve korkudan felç olan Pia’yı odada altınlarla baş başa bıraktı.
10
“Benden ne istiyorsunuz? ”
Duinath’ın sesi sonu görünmeyen karanlık salonda yankılandı.
Karanlığın içinden cüppeli bir suret belirdi, yüzü kukuletasının ardına saklanmıştı, tek görünen, yüzünü saklayan karanlıktan sakmış uzun beyaz bir sakaldı.
“Sana zarar vermek niyetinde değiliz Morthaur, seni bize yardım etmeni istemek için getirdik., ”dedi adam.
“Siz kimsiniz ? ! ” dedi Duinath, nerede olduğunu merak ediyordu, ama sesinde korku yoktu.
“Bizler uzun zamandır Sosaria’yı sizin hiç bilmediğiniz tehlikelerden koruyan bir grubuz Duinath. Ve şimdi yardıma ihtiyacımız var.Council of Mages’ın sizin yardımınıza ihtiyacı var.”
“Council of Mages mi ? ! Ne yapmayı planlıyorsunuz ? Beni buraya zorla getirip kirli işlerinizi yaptırtacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, ben asla şerefime leke sürmem ! ” diye haykırdı Duinath.
Etrafta cüppeli suretler vardı.Duinath bu konuşmanın çok sayıda dinleyicisi olduğunu fark etti.
Yaşlı adam kukuletasını geri itti, artık adamın yaşlı ve bilge yüzü rahatça seçilebiliyordu.
“Ama beni dinlemedin bile dostum, ”dedi Orthad sakince. “Yüzyıllardır varlığından sadece en nadir ve eski kitaplarda söz edilen iblis, yeniden uyandı, ve Sosaria’nın üzerine ateşini kusmaya hazırlanıyor.Eğer hemen harekete geçilmezse asla durdurulamaz. Biz büyücüler onun uyandığını hissedebiliyoruz. Büyüsü o kadar kuvvetli ki tüm Sosaria’da dalgalar halinde hissediliyor.”
“Onun varlığını hissediyorsanız neden gidip onun işini daha da güçlenmesine izin vermeden bitirmiyorsunuz o halde? ” dedi Duinath.
“İşler ne yazık ki o kadar basit değil Duinath.Yerini bulmak için çalışıyoruz.”diye yanıtladı Orthad. “Eskisi kadar güçlü değiliz artık.Eskiden hiç kimsenin yardımına ihtiyacımız olmadan, kimsenin haberi bile olmadan insanların güvenliğini sağlardık.Bu son tehlike hakkında Lord British’in kendisine bir mektup yollamama rağmen dikkate alınmadık.Yoruldum Duinath..Artık çok yaşlıyım.Sana bunu zorla yaptırmayı inan aklımdan hiç geçirmedim.Sadece en içten hislerimle yardımını rica ediyorum.Tüm Sosaria’yı ölümden kurtarma şansımız var..”
Duinath bu yaşlı adamın ne kadar iyilik dolu ve saf bir yüzü olduğunu fark etti.Adam doğru söylüyordu.Bir şeyler yapılmalıydı..
“Adınız nedir? ”diye sordu Duinath.
“Orthad.” dedi yaşlı adam.
“Ne yapmamı istiyorsunuz? ”
“Loncanı dövüşe hazırlamanı istiyorum, hazır olduğumuzda sana haber verilecek.”dedi Orthad.
Duinath gitme vaktinin geldiğini anladı.Ayağa kalktı, arkadaki loş ışığın aydınlattığı kapıya yöneldi.Marcos orada bekliyordu, Duinath yanına gelip durdu.
“Gelmemi rica edemez miydin? ” dedi hafifçe homurdanarak.Başı hala ağrıyor gibiydi.
“Bu kadar yardımsever olduğunu bilsem sorardım.Afedersin.Ben Johnson.Memnun oldum.Sana buradan kalenize kadar eşlik etmem gerekiyor.”
Duinath yorgun bir ifadeyle başını salladı ve kapıdan çıktı.
11
Loncada bir hareketlilik başlamıştı.Son 3 gündür tüm üyeler canla başla çalışıyor, hazırlıklar yapılıyor ve eğitimler iki katı hızla yapılıyordu.Duinath eve döndüğünde söylediklerinde ciddi olduğunu söylediğinde herkes onun kötü bir rüya görmüş olabileceği ihtimalini aklına getirse de adamın ciddi olduğunu yüz ifadesindeki kararlılıktan anlamışlardı.
Garrett artık tam anlamıyla profesyonel bir ağır silah savaşçısı olmuştu.Savunmalarını eksiksiz yapıyor, en uygun zamanda darbeyi indirmesi gerektiğini biliyordu.Ayrıca Clergé ona Paladin büyülerini de öğretmişti, artık yaralarını kapatabiliyor, ışık kullanabiliyor ve lanetleri bozabiliyordu.
Jaloux ve Rauquin Crueth’in sıkı eğitim programından geçmişlerdi, ve büyüyle kendilerini gayet iyi idare edebiliyorlar gibi görünüyorlardı.
Clerge ve Duinath gün içinde paralı askerlerin eğitimini üstleniyorlar, dizilişler ve taktikler üzerinde çalışıyorlardı.
Siobahn ise tüm gün macera peşinde koşmaya devam ediyordu, zevk için avlanıyordu(bu da genellikle eve akşam yemeği ile dönmesine neden oluyordu).
Lonca savaşa kısa süre içinde hazırlanmıştı.
****
“Ne demek istiyorsun? İnsan değildi de ne demek? ”diye ısrar ediyordu Marcos.
“Gözleri..”dedi Pia. “Kırmızıydı..”
“Senden ne istediler? ”
“Dark Father adlı bir iblis hakkında bilgi istediler, bu çok güçlü bir yaratık, Marcos. Sonra da yerini göstermemi istediler.2 gün sonra onları oraya götürmezsem bana ne yapacaklarını Tanrılar bilir ! ”
Marcos hiçbir şey söylemedi.Pia’yı uzun zamandır tanırdı, onun için çok şey yapmıştı.Ama şimdi Pia’nın Dark Father’ın yerini bildiğini öğrenmişti ve bu Dark Father, Council of Mages’in aylarca izini bulmaya çalıştığı iblisti.
“Beni dinle Pia, bana da o yaratığın yerini söylemelisin.”
“Sen neden bahsediyorsun? Sen Dark Father’ın varolduğunu biliyor muydun? ”dedi Pia, bu soruyu duyduğuna şaşırmıştı.
“Dinle Pia, seni tehdit edenlerin mutlaka Dark Father ile ilgili hoş olmayan planları olmalı. Dark Father durdurulmalı Pia, eğer yerini bana söylersen bunu yapma şansımız var.Sana söylemedim, üzgünüm, ama geçen hafta Orthad ile görüştüm.Bu şeytanlığa bir son vermeyi planlıyorlar ve eğer tahminleri doğruysa Dark Father serbest bırakıldığında Sosaria’nın sonu gelecek ! ”
“Orthad hırsızlardan yardım istediğinde önce mutlaka benimle görüşürdü.” dedi Pia.
“Pia, bunun için zaman yok ! Seni burada tehdit eden insanlar Dark Father’ı serbest bırakmayı planlıyor ! Olabilecekleri düşünmüyor musun ?! ”
Pia uzun süre sessiz kaldı.
“İki gün sonra şafak vaktinde buradan ayrılacağız ve Umbra ormanlarına gideceğiz. Büyücüler –veya onu durduracağını söyleyenler her kimse- Umbra’da beklesinler.Sen, bizi sessizce takip et.Yeri gördüğünde onları oraya getirirsin, ve ne olacaksa olur tamam mı ? ”dedi sonra.

12
İki gün geçtiğinde, herkes yerinde, planlandığı gibi bekliyordu.Umbrada büyük bir kalabalık vardı.Normalde dehşet verici bir sessizliği olan bu şehirde şimdi Sacred Souls loncası ve içinde Orthad’ın da bulunduğu 10 Council of Mages üyesi vardı.Herkes sessizdi.Yapılması gerekenler önceden konuşulmuştu.Şimdi her şey Marcos’a bağlıydı.
****
Marcos Pia ve diğer iki adamı yer altına inen girişe kadar izlemişti.Pia’nın gözlerinde daha önce burada yaşadığı şeylerin dehşetini görür gibiydi.Vakit kaybetmeden şehre doğru hızla ilerlemeye başladı, her şey bugün bitecekti.
Pia “İşte burası, ” dedi. “Şimdi, anlaştığımız gibi beni bırakın, lütfen, içeri girmek istemiyorum..”sesi, yalvarır gibiydi, ayarsız ve güçsüz çıkıyordu.
Solunafein kardeşine baktı ve konuştu. “Evet Pia, içeri girmene gerek yok, burada sonrasını biz hallederiz.”
Pia bir an öyle bir rahatladı ki gözlerini kapadı ve bu anın tadını çıkardı.
Ve bu an drow büyücünün savaşçı kardeşine başıyla işaret verdiğini görmedi.
Kılıç normal bir insanın algılayamayacağı bir hızda hareket etti.Pia bağıramadı, sessizce yere düştü, boğazı kesilmişti.
“Ve tabi, bizim buraya girdiğimizi bilen bir tanık bırakmamak da bu işi halletmenin bir parçası.” diye ruhsuzca ekledi Relnin.
****
Marcos şehre vardığında topluluktan bir sevinç nidası yükseldi.Hemen harekete geçen grup kısa sürede ormana girdi, ve girişi bulmaları uzun sürmedi.Marcos Pia’nın cansız bedenini görünce içinde bir burukluk hissetti, ama şaşırmamıştı da.Birden Pia’nın buraya onları tek başına götürmesini söylemekle onun ölümüne karar vermiş olduğunu fark etti.Bunun olacağını biliyordu.Marcos kendini topladı.Burada tüm Sosaria söz konusuydu.Eğer Pia onu şu an bir yerlerden izliyor idiyse, ne kadar hırsız ve çıkarcı olursa olsun, onu anlardı.
İçeri girildi, meşaleler yakıldı.Burası tam anlamıyla bir labirentti.
“Birbirinizden ayrılmayın.” dedi Duinath yüksek sesle.
Bu sesle beraber büyük bir salon olduğunu anladıkları yerin köşesinde bir ışık belirdi.Işığın aydınlattığı yerde beyaz saçlı biri oturuyordu.Herkes oraya yöneldi, bu bir kadındı.
Kadın onları görünce başını kaldırdı ve konuştu.
“Merhaba ölümlüler..Ben Victoria.”dedi yavaşça .
13
“Onlar insan değiller, onlar drow.Ölümlüler basit büyüleriyle beni yanıltamazlar.”
“Ne tarafa gittiler? Ne yapmak istedikleri hakkında hiç mi fikrin yok? ! Neden onları durdurmadın? Ölümsüz bir cadı olman her şeyi mum gibi dikilerek izlemen gerektiği anlamına mı geliyor? ! ” Duinath çileden çıkmıştı .
“Evet.Benim bir görevim var ölümlü.Ne olduğunu biliyor musun? Benim görevim kötüleri durdurmak değil, iyilere yardım etmek de değil, ben iyi veya kötü değilim, ben tarafsız bir varlığım. Buraya gelen ilk insandım ve burada lanetlendim . Bana sonsuz hayat bahşedildi ama burada sonsuza kadar oturacak ve bana söylenileni yapacaktım. Benim tek görevim daha ileri gidecek olanları uyarmak, insan. Ve şimdi sizi de uyarıyorum, aynı drowları uyardığım gibi.”
Orthad Duinath’a baktı .
“Bu cadının varlığından haberdarım, eski kaynaklar Victoria’dan bahseder.Bize bir yardımı olmayacak, yapmamız gerekeni söylemekten başka.”
“Öyleyse söyle Victoria, ne yapmamız gerekiyor? ”diye sordu Duinath.
“Cytloth’u bulmalısınız, eğer Dark Father’a ulaşmak istiyorsanız.Cytloth su kenarında yaşar, o da benim gibi lanetli, bir zamanlar bir elfti, şimdi ise gelen insanları Dark Father’ın tapınağına kayığı ile taşıyor.”
“Teşekkür ederiz Victoria.Herkes beni takip etsin ! ” dedi Duinath.
“Cytloth’un ölüm görmekten zevk aldığını unutma insan.”dedi arkalarından Victoria.Ve ekledi,
“Ve şunu da bil ki, kendisi benim kadar tarafsız değildir.”
***
Relnin ve Solunafein enerjilerini son damlasına kadar kullanarak savaşıyorlardı.Victoria’nın onları uyarmakta haklı olduğunu fark ettiler, bu labirent bir sürü lanetli yaratık barındırıyordu ve bu yaratıklar uyandırılmaktan hiç hoşlanmamışlardı.Solunafein en etkili büyülerini yapıyor, Relnin kılıçlarıyla etrafta dönüyor, yaratıkları kardeşinden uzak tutuyor ve her tarafa ölüm saçıyordu.
Derken Solunafein yaptığı ateş topu büyüsüyle bir yaratığı eritirken olan patlamadan çıkan ışığın suda bir parıltı oluşturduğunu gördü.
Su vardı ! Victoria’nın bahsettiği yere gelmişlerdi, Dark Father’a çok yaklaşmışlardı, şimdilik endişelenmesi gereken tek şey Cytloth denilen şu gemiciydi.
***
Sacred Souls labirentte tüm hızıyla ilerliyordu, drowların gittiği yolu bulmak zor değildi, yaratık cesetlerini takip etmek yeterli oluyordu, fakat daha sonradan gelen birkaç iblis yüzünden birkaç büyücü ve birçok tecrübesiz asker can vermişti.
Kıyıya ulaştıklarında büyücülerden sadece Orthad kalmıştı ve yaşlı adam çok yorgun görünüyordu.Öte yandan Duinath, Clerge, Garrett, Siobahn, Crueth, Rauquin, Jaloux ve Marcos hala hayattaydı ve yaralanmadıklarına şükrediyorlardı.Geride bıraktıkları koridorlar dehşet vericiydi ve Tanrı bilir daha nelerle karşılaşacaklardı.Önde ilerleyen yirmi asker de liderlerini korumak için tedirgin fakat dikkatlice ilerliyorlardı.
Siobahn “İşte oradalar ! ” diye fısıldadı.Bakışlar kıyıya çevrildiğinde herkes gördü.
Drowlar oradaydı.Cytloth da oradaydı.Cytloth uzun boylu, cüppesinin kukuletasını sonuna kadar çekmiş birine benziyordu.Drowlar loncanın geldiğini fark etmemişti, her ikisi de Cytloth’a gözlerini dikmiş, hayretle bakıyordu. Cyloth’un onları görünce verdiği bir tepki yoktu, kukuletasının ardındaki karanlıkta, yüzüne takınabileceği bir ifade yoktu.
Ctyloth’un bir yüzü yoktu.
14
Cytloth’un sesi boş koridorlarda yankılandı :
“Geçmenize izin vereceğim ! ” diyordu. “Drowların bu kadar aptal olduğunu bilmiyordum, ölmeyi bu kadar çok mu istiyorsunuz ? Geçin bakalım, ben de ölümünüzü izleyeyim.”
Drowları tek bir büyü sözüyle gemiye ışınladı.Gemi kendiliğinden hareket etmeye başladı, işte, başarmışlardı . Tek yapmaları gereken kılıca ulaşmak ve Dark Father’a söz dinletmekti.
Solunafein loncanın geldiğini gemideyken fark etti.Kalabalık bir gruptu, biraz daha geç davransalardı onlara engel olabilecek bir grup.Ama şimdi onu kimse durduramazdı, ya kardeşiyle amacına ulaşıp Shadowlords’un kahramanları olacaklardı, ya da burada, şimdi öleceklerdi.
Cytloth yeni gelen ziyaretçilere baktı.
“Benimle oyun mu oynuyorsunuz ölümlüler ? Sizin ölümünüz de benim ejderim tarafından olacak, onun da biraz eğlenmeye hakkı var !
Cytloth yüksek sesle kahkaha attı.Bir hareketiyle karanlığın içinden bir ejderha belirdi.Bu ejderha bilinen ve duyulan ejderhalar gibi değildi.Bu, canlı bir ejderha iskeletiydi. Ama kırmızı gözlerinde nefret ve açlık vardı.Kafasını askerlere doğru çevirdi ve derin bir nefes sesi duyuldu.
Ve yirmi asker kül oldu.
Crueth necromancer büyülerinde ilerlemiş bir büyücüydü, bu iskelet ejderha üzerinde derhal kontrol elde etmeye çalıştı ama nafileydi.Büyüleri okların duvara çarpması gibi ejdere çarpıyor ve dağılıyordu.Ejderha kafasını Crueth’e çevirdi, ve ateşini püskürdü.
Crueth’in konsantresi bozulmuştu, gözlerini kapadı ve sonu bekledi.Fakat son gelmedi.Gözlerini açtığında Rauquin’in bir kalkan büyüsü yaptığını ve ateşi tuttuğunu gördü.Ve fazla tutamayacak gibi görünüyordu.Jaloux da ejderhanın karşısına çıkıp bir kalkan büyüsü yaptı.Şimdi daha rahat dayanıyorladı.
“Daha ne kadar o basit büyüyü sürdürmeyi planlıyorsunuz ? ! ” diye kahkaha atarak sordu Cytloth.
Fakat Cytloth’un görmediği bir şey vardı.
Ejderhanın büyücüler üzerindeki yoğunlaşmış dikkatini fırsat bilen Garrett etrafından dolaşarak ejderhanın kuyruğuna çıktı ve oradan sırtına atladı.Gürzünü çekti ve ejdehanın sırtına tüm gücüyle indirdi.
Derin bir çatırdı sesi duyuldu, ejderha öyle bir acıyla uludu ki ateşini kesmek zorunda kaldı.Sesin yüksekliği herkesin geçici bir süre duyamamasına neden olmuştu.
Garrett gürzüyle vurmaya devam ediyordu, sonunda ejderdanın sırt kemikleri paramparça olmuş, ejderha ayakta duramayacak hale gelmişti.Sendeleyerek yere düşen iskelet ejderha, her yere ateş püskürüyordu, arkasındaki genç adama uzanmaya çalışıyor, fakat boynunu kıvıramıyordu.Garrett tehlikeli bir hamleyle ejderhanın boynuna atladı ve gürzünü ejderhanın kafasına gömdü.
Ağır silah ejderhanın kafasının üstünden girdi, kafasının içinde ilerledi ve çenesinden çıktı.Ejderha ruhsuz bir şekilde yere düştü.Ölmüştü.
Garrett yürüyerek Cytloth’un tam önünde durdu.
“Aptal hayvanın bizi durduramaz.Geçmemize izin ver.”
Cytloth şaşırmıştı, ama kendisiyle böyle küstahça konuşulmasına izin vermeyecekti.Ejderhasını öldürmüşlerdi.Onların amaçlarına ulaşmasına izin vermeyecekti.
Fakat Cytloth’un beklemediği bir şey oldu.
“Augus Luminos ! ”
Çok parlak bir ışık belirdi, Cytloth’un yüzyıllardır görmediği bir ışık, kapkaranlık suret acı içinde kıvrıldı, paladinin büyüsü dayanılmazdı.
“Geçmemize izin ver ! ” diye haykırdı Garrett.
Cytloth artık yerde kıvranıyordu, zar zor eliyle bir büyü yaptı.
Tüm lonca üyeleri birden beliren başka bir gemide buldular kendilerini.
İki gün geçtiğinde, herkes yerinde, planlandığı gibi bekliyordu.Umbrada büyük bir kalabalık vardı.Normalde dehşet verici bir sessizliği olan bu şehirde şimdi Sacred Souls loncası ve içinde Orthad’ın da bulunduğu 10 Council of Mages üyesi vardı.Herkes sessizdi.Yapılması gerekenler önceden konuşulmuştu.Şimdi her şey Marcos’a bağlıydı.
****
Marcos Pia ve diğer iki adamı yer altına inen girişe kadar izlemişti.Pia’nın gözlerinde daha önce burada yaşadığı şeylerin dehşetini görür gibiydi.Vakit kaybetmeden şehre doğru hızla ilerlemeye başladı, her şey bugün bitecekti.
Pia “İşte burası, ” dedi. “Şimdi, anlaştığımız gibi beni bırakın, lütfen, içeri girmek istemiyorum..”sesi, yalvarır gibiydi, ayarsız ve güçsüz çıkıyordu.
Solunafein kardeşine baktı ve konuştu. “Evet Pia, içeri girmene gerek yok, burada sonrasını biz hallederiz.”
Pia bir an öyle bir rahatladı ki gözlerini kapadı ve bu anın tadını çıkardı.
Ve bu an drow büyücünün savaşçı kardeşine başıyla işaret verdiğini görmedi.
Kılıç normal bir insanın algılayamayacağı bir hızda hareket etti.Pia bağıramadı, sessizce yere düştü, boğazı kesilmişti.
“Ve tabi, bizim buraya girdiğimizi bilen bir tanık bırakmamak da bu işi halletmenin bir parçası.” diye ruhsuzca ekledi Relnin.
****
Marcos şehre vardığında topluluktan bir sevinç nidası yükseldi.Hemen harekete geçen grup kısa sürede ormana girdi, ve girişi bulmaları uzun sürmedi.Marcos Pia’nın cansız bedenini görünce içinde bir burukluk hissetti, ama şaşırmamıştı da.Birden Pia’nın buraya onları tek başına götürmesini söylemekle onun ölümüne karar vermiş olduğunu fark etti.Bunun olacağını biliyordu.Marcos kendini topladı.Burada tüm Sosaria söz konusuydu.Eğer Pia onu şu an bir yerlerden izliyor idiyse, ne kadar hırsız ve çıkarcı olursa olsun, onu anlardı.
İçeri girildi, meşaleler yakıldı.Burası tam anlamıyla bir labirentti.
“Birbirinizden ayrılmayın.” dedi Duinath yüksek sesle.
Bu sesle beraber büyük bir salon olduğunu anladıkları yerin köşesinde bir ışık belirdi.Işığın aydınlattığı yerde beyaz saçlı biri oturuyordu.Herkes oraya yöneldi, bu bir kadındı.
Kadın onları görünce başını kaldırdı ve konuştu.
“Merhaba ölümlüler..Ben Victoria.”dedi yavaşça .
13
“Onlar insan değiller, onlar drow.Ölümlüler basit büyüleriyle beni yanıltamazlar.”
“Ne tarafa gittiler? Ne yapmak istedikleri hakkında hiç mi fikrin yok? ! Neden onları durdurmadın? Ölümsüz bir cadı olman her şeyi mum gibi dikilerek izlemen gerektiği anlamına mı geliyor? ! ” Duinath çileden çıkmıştı .
“Evet.Benim bir görevim var ölümlü.Ne olduğunu biliyor musun? Benim görevim kötüleri durdurmak değil, iyilere yardım etmek de değil, ben iyi veya kötü değilim, ben tarafsız bir varlığım. Buraya gelen ilk insandım ve burada lanetlendim . Bana sonsuz hayat bahşedildi ama burada sonsuza kadar oturacak ve bana söylenileni yapacaktım. Benim tek görevim daha ileri gidecek olanları uyarmak, insan. Ve şimdi sizi de uyarıyorum, aynı drowları uyardığım gibi.”
Orthad Duinath’a baktı .
“Bu cadının varlığından haberdarım, eski kaynaklar Victoria’dan bahseder.Bize bir yardımı olmayacak, yapmamız gerekeni söylemekten başka.”
“Öyleyse söyle Victoria, ne yapmamız gerekiyor? ”diye sordu Duinath.
“Cytloth’u bulmalısınız, eğer Dark Father’a ulaşmak istiyorsanız.Cytloth su kenarında yaşar, o da benim gibi lanetli, bir zamanlar bir elfti, şimdi ise gelen insanları Dark Father’ın tapınağına kayığı ile taşıyor.”
“Teşekkür ederiz Victoria.Herkes beni takip etsin ! ” dedi Duinath.
“Cytloth’un ölüm görmekten zevk aldığını unutma insan.”dedi arkalarından Victoria.Ve ekledi,
“Ve şunu da bil ki, kendisi benim kadar tarafsız değildir.”
***
Relnin ve Solunafein enerjilerini son damlasına kadar kullanarak savaşıyorlardı.Victoria’nın onları uyarmakta haklı olduğunu fark ettiler, bu labirent bir sürü lanetli yaratık barındırıyordu ve bu yaratıklar uyandırılmaktan hiç hoşlanmamışlardı.Solunafein en etkili büyülerini yapıyor, Relnin kılıçlarıyla etrafta dönüyor, yaratıkları kardeşinden uzak tutuyor ve her tarafa ölüm saçıyordu.
Derken Solunafein yaptığı ateş topu büyüsüyle bir yaratığı eritirken olan patlamadan çıkan ışığın suda bir parıltı oluşturduğunu gördü.
Su vardı ! Victoria’nın bahsettiği yere gelmişlerdi, Dark Father’a çok yaklaşmışlardı, şimdilik endişelenmesi gereken tek şey Cytloth denilen şu gemiciydi.
***
Sacred Souls labirentte tüm hızıyla ilerliyordu, drowların gittiği yolu bulmak zor değildi, yaratık cesetlerini takip etmek yeterli oluyordu, fakat daha sonradan gelen birkaç iblis yüzünden birkaç büyücü ve birçok tecrübesiz asker can vermişti.
Kıyıya ulaştıklarında büyücülerden sadece Orthad kalmıştı ve yaşlı adam çok yorgun görünüyordu.Öte yandan Duinath, Clerge, Garrett, Siobahn, Crueth, Rauquin, Jaloux ve Marcos hala hayattaydı ve yaralanmadıklarına şükrediyorlardı.Geride bıraktıkları koridorlar dehşet vericiydi ve Tanrı bilir daha nelerle karşılaşacaklardı.Önde ilerleyen yirmi asker de liderlerini korumak için tedirgin fakat dikkatlice ilerliyorlardı.
Siobahn “İşte oradalar ! ” diye fısıldadı.Bakışlar kıyıya çevrildiğinde herkes gördü.
Drowlar oradaydı.Cytloth da oradaydı.Cytloth uzun boylu, cüppesinin kukuletasını sonuna kadar çekmiş birine benziyordu.Drowlar loncanın geldiğini fark etmemişti, her ikisi de Cytloth’a gözlerini dikmiş, hayretle bakıyordu. Cyloth’un onları görünce verdiği bir tepki yoktu, kukuletasının ardındaki karanlıkta, yüzüne takınabileceği bir ifade yoktu.
Ctyloth’un bir yüzü yoktu.
14
Cytloth’un sesi boş koridorlarda yankılandı :
“Geçmenize izin vereceğim ! ” diyordu. “Drowların bu kadar aptal olduğunu bilmiyordum, ölmeyi bu kadar çok mu istiyorsunuz ? Geçin bakalım, ben de ölümünüzü izleyeyim.”
Drowları tek bir büyü sözüyle gemiye ışınladı.Gemi kendiliğinden hareket etmeye başladı, işte, başarmışlardı . Tek yapmaları gereken kılıca ulaşmak ve Dark Father’a söz dinletmekti.
Solunafein loncanın geldiğini gemideyken fark etti.Kalabalık bir gruptu, biraz daha geç davransalardı onlara engel olabilecek bir grup.Ama şimdi onu kimse durduramazdı, ya kardeşiyle amacına ulaşıp Shadowlords’un kahramanları olacaklardı, ya da burada, şimdi öleceklerdi.
Cytloth yeni gelen ziyaretçilere baktı.
“Benimle oyun mu oynuyorsunuz ölümlüler ? Sizin ölümünüz de benim ejderim tarafından olacak, onun da biraz eğlenmeye hakkı var !
Cytloth yüksek sesle kahkaha attı.Bir hareketiyle karanlığın içinden bir ejderha belirdi.Bu ejderha bilinen ve duyulan ejderhalar gibi değildi.Bu, canlı bir ejderha iskeletiydi. Ama kırmızı gözlerinde nefret ve açlık vardı.Kafasını askerlere doğru çevirdi ve derin bir nefes sesi duyuldu.
Ve yirmi asker kül oldu.
Crueth necromancer büyülerinde ilerlemiş bir büyücüydü, bu iskelet ejderha üzerinde derhal kontrol elde etmeye çalıştı ama nafileydi.Büyüleri okların duvara çarpması gibi ejdere çarpıyor ve dağılıyordu.Ejderha kafasını Crueth’e çevirdi, ve ateşini püskürdü.
Crueth’in konsantresi bozulmuştu, gözlerini kapadı ve sonu bekledi.Fakat son gelmedi.Gözlerini açtığında Rauquin’in bir kalkan büyüsü yaptığını ve ateşi tuttuğunu gördü.Ve fazla tutamayacak gibi görünüyordu.Jaloux da ejderhanın karşısına çıkıp bir kalkan büyüsü yaptı.Şimdi daha rahat dayanıyorladı.
“Daha ne kadar o basit büyüyü sürdürmeyi planlıyorsunuz ? ! ” diye kahkaha atarak sordu Cytloth.
Fakat Cytloth’un görmediği bir şey vardı.
Ejderhanın büyücüler üzerindeki yoğunlaşmış dikkatini fırsat bilen Garrett etrafından dolaşarak ejderhanın kuyruğuna çıktı ve oradan sırtına atladı.Gürzünü çekti ve ejdehanın sırtına tüm gücüyle indirdi.
Derin bir çatırdı sesi duyuldu, ejderha öyle bir acıyla uludu ki ateşini kesmek zorunda kaldı.Sesin yüksekliği herkesin geçici bir süre duyamamasına neden olmuştu.
Garrett gürzüyle vurmaya devam ediyordu, sonunda ejderdanın sırt kemikleri paramparça olmuş, ejderha ayakta duramayacak hale gelmişti.Sendeleyerek yere düşen iskelet ejderha, her yere ateş püskürüyordu, arkasındaki genç adama uzanmaya çalışıyor, fakat boynunu kıvıramıyordu.Garrett tehlikeli bir hamleyle ejderhanın boynuna atladı ve gürzünü ejderhanın kafasına gömdü.
Ağır silah ejderhanın kafasının üstünden girdi, kafasının içinde ilerledi ve çenesinden çıktı.Ejderha ruhsuz bir şekilde yere düştü.Ölmüştü.
Garrett yürüyerek Cytloth’un tam önünde durdu.
“Aptal hayvanın bizi durduramaz.Geçmemize izin ver.”
Cytloth şaşırmıştı, ama kendisiyle böyle küstahça konuşulmasına izin vermeyecekti.Ejderhasını öldürmüşlerdi.Onların amaçlarına ulaşmasına izin vermeyecekti.
Fakat Cytloth’un beklemediği bir şey oldu.
“Augus Luminos ! ”
Çok parlak bir ışık belirdi, Cytloth’un yüzyıllardır görmediği bir ışık, kapkaranlık suret acı içinde kıvrıldı, paladinin büyüsü dayanılmazdı.
“Geçmemize izin ver ! ” diye haykırdı Garrett.
Cytloth artık yerde kıvranıyordu, zar zor eliyle bir büyü yaptı.
Tüm lonca üyeleri birden beliren başka bir gemide buldular kendilerini.

15
Kıyıya ulaştıklarında drowları görebiliyorlardı.Artık büyülerininin etkisi geçmişti ve yeniden yapma gereği de duymuyorlardı anlaşılan, çünkü gece rengi tenleri, kırmızı gözleri ve bembeyaz uzun saçları olan elfler artık gözlerinin önünde duruyorlardı.
Solunafein’in aklında bir plan vardı.Bu grup kalabalık ve tücrübeli görünüyordu ama kıyıda gördüğü kadar fazla değillerdi ve eğer bir şekilde onları bölmeyi başarabilirse bunun üstesinden gelebilirlerdi.Derhal etrafı inceledi, upuzun bir şekilde uzanan pürüzsüz duvarlar vardı, salonun ucu görünmüyordu.Karanlığı algılayan gözleri bu duvarlardan birinde zor seçilebilen bir kapı gördü.
Relnin de görmüştü, kapıyı gösterdi ve oraya doğru yöneldiler.Arkalarında bir şimşek büyüsü patladı, Orthad neredeyse Solunafein’i vuracaktı, fakat yıldırım onun yerine duvara çarptı ve sağlam duvara hiçbir şey olmadı.
“Burası büyüyle inşa edilmiş.”diye gözlemleri Orthad.Taşların pürüzsüzlüğü ve yüzyıllardır kalan parıltısı da bunu gösteriyordu. “Hadi, onları yakalamalıyız ve buna bir son vermeliyiz.”dedi.
Onlar da kapıdan girdiler.Artık drowlara çok yakınlardı, iki kişilerdi ve onlara karşı bir şansları yoktu.
Birden drow büyücü arkasına döndü ve kısa bir söz söyledi.
İnce koridorda bir taş duvar belirdi, ve grubu ikiye ayırdı.Crueth ve Siobahn ön tarafta kalmıştı.Diğerleri ise arkada kalmıştı ve görünüşe bakılırsa taş duvar gerçekten de kalındı.Clergé duvara kılıcıyla vurmaya başladı, ama hiçbir şey olmadı.Duinath ne yapacağını bilmiyordu, oğlu ve kızı öbür tarafta kalmıştı ve onlara yardım etmek için hiçbir şey yapamıyordu.Orthad’a bağırmaya başladı :
“Ne duruyorsun, kaldır şu duvarı, lanet olsun ! ”
Fakat Orthad o sırada zaten bunun üzerinde çalışıyordu.Duvarın üzerine elini koymuş bir takım sözler söylüyordu.Council of Mages’in başbüyücüsü büyüyü çözmeye çalışıyor, ezberindeki tüm büyü bozma sözlerini tekrarlıyordu.
Crueth ve Siobahn önce birbirlerine, sonra drowlara baktılar.Relnin ve Solunafein taktiklerini belirlemişlerdi, büyücü büyücünün, savaşçı savaşçının icabına bakacaktı.
Dövüş pozisyonları kendiliğinden oluşmaya başlıyordu, iki taraf da kendi kardeşini unutmuş, kendi dövüşüne konsantre olmuştu.
Relnin kılıçlarını müthiş bir hızla çekip aynı hızda saldırıya geçti.Ama Siobahn tecrübesiz bir kız değildi, o da hızla kamasını çekip Relnin’in hızlı saldırılarını savuşturmaya başladı.Dışarıdan bakan biri kılıçların hareketlerini takip edemezdi, kama ve kılıç havada hızla vınlıyor, çarpıştıklarında çıkan kıvılcımlar odayı aydınlatıyordu.
Crueth rakibine baktı, ve gözlerinde güç gördü.Solunafein kendine güvenle “Shadowlords’u durduramazsınız ! ” diye bağırdı ve ilk büyüsüne başladı.Bunun üzerine Crueth de büyü sözlerini tanıyarak aynı güçte bir büyü seçerek büyüsünü tamamladı ve aynı anda iki buz topu havada çarpışarak patladı.Yeniden büyülerine başladılar, bu sefer iki yıldırım patladı havada, ikisi de güç gösterisi yapıyordu, büyülerini giderek güçlendiriyorlardı.Bir kaç sefer sonra Solunafein büyük bir büyü yapmaya hazırlandı, ve hafifçe kahkaha atarak “Bakalım bunu engelleyebilecek misin insan ! ” dedi.
Relnin iki kılıcını da döndürerek saldırıyor, Siobahn kamasını hızlı bir şekilde saplayıp geri çekmeye çalışıyordu.İki taraf da tamamen karşıdakinin kılıcına konsantre olmuş, savaşa odaklanımştı.Birden çınlamalar arasında metalin ete saplanma sesi duyuldu ve yere kan boşaldı.Kimin yenildiği belli olmuyordu, iki rakip de adeta birbirine yapışmıştı.
Ve sonra cansız bir elden yere bir kılıç düştü.Kama ise drowun göğsünden koparırcasına çıkarak kara elfin bedeninin yere düşmesine izin verdi.
Aynı anda Crueth karşısında Solunafein’in yaptığı uzun, karmaşık ve güçlü büyüyü izliyordu.Solunafein büyünün sözlerini zaferle haykırıyor, karşıdakinin ölümünün kaçınılmaz olduğunu biliyordu.Birden göğsünde çok keskin bir acı hissetti.Konsantresi bozuldu, büyüyü bıraktı.Kafasını eğdi acının geldiği yere baktı.Tam göğsüne çarpan ufacık bir büyü oku kalbini ve ciğerlerini eritiyordu.Crueth’in planı işe yaramıştı.Solunafein rakibini yenmekten çok gücünü göstermek istemiş ve bu büyüye konsantre olurken ufak bir büyü hayatına mâl olmuştu.
“Çok..”dedi. “Çok yaklaşmıştım..” ve drow büyücü suratındaki ekşi ifade ile yere yığıldı.
Orthad tam o sırada duvarın büyüsünü kaldırdı ve lonca üyeleri odadan içeri doluştu.Crueth ve Siobahn onlara boş gözlerle bakıyorlardı.Duinath gözyaşlarıyla ilerledi ve çocuklarına sarıldı.
16
Odadan çıkıp yapının en geniş salonuna girdiler.Ortalık çok sessizdi.Herkes birbirine baktı.Ama kimse bir an olsun boşta bulunmadı.Herkes tetikteydi.Gelebilecekleri en ileri yer burasıydı.Şu ana kadar olan her şey onları buraya getirmişti ve her şey de burada sona erecekti.
Aniden yer sarsılmaya başladı.Ritmik bir biçimde sanki koskoca bir çekiçle yer dövülüyordu.Sonra anladılar.
Bu ses, Dark Father’ın ayak sesleriydi.
Karanlığın içinden çıkmıştı, kötülük dolu olmasına rağmen, içindeki büyünün kuvveti garip bir ışık yayıyordu, artık salonun hatları keskince belli oluyordu.Siyah gözlerini insanlara diktiğinde herkes içinde bastırılamaz bir korku hissetti.
Herkesin içinden bir süreliğine ellerindeki her şeyi bırakıp buradan uzaklaşmak geldi.Bu yaratıkla savaşmak aptallıktı, şu ana kadar kimse başaramamıştı, ve büyük bir ihtimalle onlar da başaramayacaktı. Uzaktan, çok derinlerden Cythloth’un kahkahaları duyuluyordu..
Duinath kendini topladı ve “Hazır olun ! ” diye bağırdı.
Herkes birden kendine geldi, ve ne yapmaları gerektiğini anladılar.Artık geri dönüş yoktu.Orthad asasını Dark Father’a doğrulttu ve büyülü sözleri söyledi.Şimşekten bir mızrak iblise doğru uçtu .
Hiçbir şey olmamıştı.
İblisin kemikten zırhı o kadar kalındı ki bu büyü ona dokunamamıştı bile.Yavaşça Orthad’a doğru döndü ve kuyruğu ile sertçe yaşlı adama vurdu.Orthad nefesi kesilerek birkaç saniye havada uçtu ve yere düştü.
Marcos ne yapması gerektiğini bilmiyordu, etrafına bakındı.Az önceki büyü bir işe yaramamıştı, ve kendisinin sadece bir hançeri vardı.Birden, holün sonunda bir kapı gördü.Doğru gördüğündem emin olamadı.Kapının altından bir ışık süzülüyordu, ve ışığın rengi saf beyazdı. Marcos dostlarına baktı, hepsi Dark Father’ın büyülerinden kaçmaya darbelerinden sakınmaya çalışıyordu.Bu yaratığı öldürmek basit değildi, ve içinden bir ses, her şeyin o ışığa bağlı olduğunu söylüyordu.
Clergé’i kolundan yakaladı. “Holün sonundaki kapı ! ” dedi. “Drowların aradığı şey orada ! Dark Father’a zarar verebilecek olan her neyse orada Clergé ! Gidip onu alacağım.Kendinize dikkat edin ! ”
Marcos kafasının üzerinden uçan Dark Father’ın attığı keskin bir kemik parçasını umursamadan koşmaya başlamıştı ki Dark Father’ın her şeyi bırakıp kendisine yöneldiğini o an fark etti.Yeri sallayan adımlarıyla üzerine koşuyordu ve Marcos ufak hançerine bakınca bu hikayede kendi rolünün sona erdiğini anladı.
Cüppeli bir adam aralarına girdi.
Orthad perişan bir haldeydi, kaburgaları kırılmıştı, ağzından sızan kan sakalını ıslatıyordu.Ama son enerjisiyle Marcos’un önünde belirdi ve Dark Father’a baktı.Kafasını çevirmeden göz ucuyla Marcos’a baktı ve :
“Koş evlat.”dedi. “Tüm gücünle koş.”
Marcos’un düşünecek vakti yoktu, kapıya doğru hayatında hiç hızlı koşmadığı kadar hızlı koşmaya başladı.Ne şehir muhafızlarından kaçarken, ne de çaldığı ganimeti güvenceye almak için hana koşarken bu kadar azimli koşmamıştı.
Orthad önündeki iblise korkusuzca baktı ve fısıltı kadar hafifçe, “Bu insanlara zarar vermene izin vermeyeceğim.” dedi. Sesini yükseltti ve devam etti, “Kötülüğün burada başladığı gibi sona eriyor
Azazel ! ”
Azazel..Orthad Dark Father’a ismiyle hitap etmişti.Aslına bakılırsa ismini şimdi hatırlamıştı.Bu isim dünyanın en eski kitaplarından birinde yazardı, Council Of Mages kütüphanesi zengin bir yerdi.
Azazel Marcos’un ne yapmaya çalıştığını anlamıştı, kendisi aptal bir iblis değildi, zeki, kudretli bir varlıktı.O kılıca ulaşmasına engel olmalıydı.Fakat kendi ismini duyunca dikkati dağıldı.En güçlü ve en bilge büyücüler onun ismini bilirdi, ve eğer bu öyle bir büyücüyse, dikkatli olması gerekebilirdi.Orthad’a döndü.
Orthad büyü sözlerini söylemeye başladı.Bir yandan da Azazel adındaki bu iblise doğru yürüyordu.Azazel de başbüyücüye doğru koşmaya başladı, onu tek bir darbede ezecek, o kadar da güçlü bir büyücü olmadığını kanıtlayacaktı.
Jaloux sözleri tanımıştı. “Hayır, yapma ! ” dedi fakat Orthad onu duymuyordu.Bunun yapılması gerekiyordu.Sözleri tamamladı ve ellerini yukarı kaldırdı. “Al bakalım, Azazel.”dedi ve gözlerini kapadı.Son duyduğu şey Cyloth’un şeytani kahkahasıydı.
Patlamanın şoku herkesi odanın kenarlarına uçurdu.Orthad patlamayla adeta toza dönüşmüştü, öyle ki vücudundan kalan tek bir parça bile gözle seçilemiyordu.Öte yandan Azazel bu sefer hatırı sayılır bir acı hissetmiş görünüyordu, zira çığlığı kulakları yırtacak şekilde çıkarken kendisi de büyük bir gümbürtüyle duvara çarpmıştı.
Suratı isle kaplanan Marcos kafasını kaldırdığında kendini kapının önünde buldu.Tatlı ışık yüzünü okşuyordu, sanki huzurun kendisi gibiydi.Marcos doğrularak kapıya yöneldi, fakat kapıyı açmayı denediğinde kapı yerinden kıpırdamadı.Tahmin ettiği gibi kapı kilitliydi ve maymuncuğunu kullanması gerekecekti.
Hemen ufak kilit tokasını çıkardı ve kapının deliğine ittirdi.İblis kendine geliyordu ve ilk hedefin kendisi olacağını biliyordu.Daha hızlı hareket etti, ilk kilidi kaldırdığını hissetti, endişelenmeye gerek yoktu, kalp atışlarını umursamadı, normal hızının 10 katı dolaşan kanının kendini terletmesini umursamadı.
Bunu yapmalıydı, Orthad bunun için canını vermişti, yüzünü kara çıkartmayacaktı.İşte ikinci kilit kalkmıştı.Hala bir kilit daha vardı.Dark Father ayağa kalktı, Jaloux, Rauquin ve Crueth’in büyüleri duvara çarpan taşlar gibi sekiyor, ilerleyişini etkilemiyordu.
Üçüncü kilit kalktı.Marcos hızla kapıyı açtı, beyaz ışık büyük holü doldurdu.Işıktan ileriyi göremeyen Marcos, gözleri alışana kadar gözlerini kısıp ileriye baktı.
Kılıç oradaydı.
Yüzyıllar boyunca hiç eskimemiş, paslanmamış bir kılıçtı.Saf beyazlığı iç rahatlatıcıydı.Aniden görevini hatırlayan Marcos kılıcı kaptığı gibi hole döndü.Dark Father’a baktı, artık neredeyse aralarında 5 veya 6 metre vardı.Hemen iblisin yanında Duinath’ı gördü, kılıcı hiç düşünmeden Duinath’a fırlattı.
Duinath kılıcı tam kabzasından yakaladı.Tüm gücüyle ileri atıldı, aynı anda Dark Father da Marcos’a atılmıştı.
Keskin bir ışık patlaması oldu, bir an iblis öyle bir acıyla bağırmıştı ki herkes bayılacak gibi oldu.Kılıç kabzasının köküne kadar yaratığın kalbine saplanmış orada duruyordu.Duinath iblis Marcos’a ulaşmadan 1 saniye önce araya girmiş ve kılıcı saplamıştı.
İblis artık bağıramıyordu.Cytloth gülmüyordu.Kimse konuşmuyordu.Artık salon eskisi kadar karanlık değildi.Ve sessizlik neredeyse acı verici bir derecedeydi.İblis yere düşmeden buharlaştı ve kılıç da yere tıngırtıyla düştü.Herkes yaşadıklarını hazmetmeye çalışıyor, kimse bir şey söylemiyordu.
Birden büyülü bir kapı açıldı.Sanki “Burada işiniz bitti.” der gibiydi.Clerge yavaşça Duinath’ın omzuna elini koydu ve derin sessizliği bozdu.
“Hadi kardeşim.”dedi. “Eve dönme vakti geldi.”
17
Hayatları çok değişmişti.Bu olaydan sonra artık çiftçilik yapmıyorlar, kalelerinde oturup rahatça yaşıyorlardı.Herkes kendi işine bakıyordu yine, ama işler artık farklıydı. Garrett Luna’da Paladinlerin başına geçmişti, Crueth ise Council of Mages’in başbüyücüsü olmuştu.
Duinath ile Clergé diğer çocuklarla kalede loncanın idari işlerine bakıyorlar, kendilerini pek yormuyorlardı.
Marcos sonunda gerçek ismini Morthaur’lara açıklamıştı.Aslına bakılırsa gerçekten iyi dost olmuşlardı, ama bu onun hırsızlığı bırakacağı anlamına gelmiyordu.Pia’nın yerine şimdilik o bakıyordu.Fakat tüm gün Britain’de oturmak ona göre değildi. Paulin adlı bir dostu pekâlâ bu işi üstlenebilirdi. Marcos’un başka bir amacı vardı, eski bir dosta verdiği bir söz.
O büyülü kapıdan geçip kendilerini yeniden Umbra ormanlarında bulunca herkes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştı.Hepsi Sosaria’nın kahramanları diye tanınıyordu.Duinath Lord British’in kendisinden şeref madalyası almıştı.
Jaloux da Coucil of Mages’in bir üyesi olmuştu.Kardeşi de kendini iyice geliştirince onlara katılacaktı.Eski günleri düşünmeden edemiyordu.Ailedekiler artık birbirine eskisi kadar vakit ayıramasa da artık bu onları çok etkilemiyordu.Çünkü insanlar için çalışıyorlardı.
Jaloux kendi odasında, taş masada kendini büyülerine vermişti.Başarılı olacaktı, bunu kendinde görebiliyordu.Geniş penceresinden dışarı baktı, yakıcı güneşin otları nasıl sararttığını, uzaktaki tarlaları kavurduğunu görebiliyordu.
Yaz mevsimini hiç sevmezdi.Sıcak, yapış yapış nem, nefes almasını güçleştirir, ve ter her yerini kaşındırırdı.Sıcağın işindeki verimini hep azalttığını düşünürdü.Ama galiba buna alışacaktı.Artık yeni bir düzen vardı.Onların sayesinde Sosaria barış içindeydi.Jaloux pencerenin perdesini kapadı ve büyü kitabını okumaya başladı.
Kıyıya ulaştıklarında drowları görebiliyorlardı.Artık büyülerininin etkisi geçmişti ve yeniden yapma gereği de duymuyorlardı anlaşılan, çünkü gece rengi tenleri, kırmızı gözleri ve bembeyaz uzun saçları olan elfler artık gözlerinin önünde duruyorlardı.
Solunafein’in aklında bir plan vardı.Bu grup kalabalık ve tücrübeli görünüyordu ama kıyıda gördüğü kadar fazla değillerdi ve eğer bir şekilde onları bölmeyi başarabilirse bunun üstesinden gelebilirlerdi.Derhal etrafı inceledi, upuzun bir şekilde uzanan pürüzsüz duvarlar vardı, salonun ucu görünmüyordu.Karanlığı algılayan gözleri bu duvarlardan birinde zor seçilebilen bir kapı gördü.
Relnin de görmüştü, kapıyı gösterdi ve oraya doğru yöneldiler.Arkalarında bir şimşek büyüsü patladı, Orthad neredeyse Solunafein’i vuracaktı, fakat yıldırım onun yerine duvara çarptı ve sağlam duvara hiçbir şey olmadı.
“Burası büyüyle inşa edilmiş.”diye gözlemleri Orthad.Taşların pürüzsüzlüğü ve yüzyıllardır kalan parıltısı da bunu gösteriyordu. “Hadi, onları yakalamalıyız ve buna bir son vermeliyiz.”dedi.
Onlar da kapıdan girdiler.Artık drowlara çok yakınlardı, iki kişilerdi ve onlara karşı bir şansları yoktu.
Birden drow büyücü arkasına döndü ve kısa bir söz söyledi.
İnce koridorda bir taş duvar belirdi, ve grubu ikiye ayırdı.Crueth ve Siobahn ön tarafta kalmıştı.Diğerleri ise arkada kalmıştı ve görünüşe bakılırsa taş duvar gerçekten de kalındı.Clergé duvara kılıcıyla vurmaya başladı, ama hiçbir şey olmadı.Duinath ne yapacağını bilmiyordu, oğlu ve kızı öbür tarafta kalmıştı ve onlara yardım etmek için hiçbir şey yapamıyordu.Orthad’a bağırmaya başladı :
“Ne duruyorsun, kaldır şu duvarı, lanet olsun ! ”
Fakat Orthad o sırada zaten bunun üzerinde çalışıyordu.Duvarın üzerine elini koymuş bir takım sözler söylüyordu.Council of Mages’in başbüyücüsü büyüyü çözmeye çalışıyor, ezberindeki tüm büyü bozma sözlerini tekrarlıyordu.
Crueth ve Siobahn önce birbirlerine, sonra drowlara baktılar.Relnin ve Solunafein taktiklerini belirlemişlerdi, büyücü büyücünün, savaşçı savaşçının icabına bakacaktı.
Dövüş pozisyonları kendiliğinden oluşmaya başlıyordu, iki taraf da kendi kardeşini unutmuş, kendi dövüşüne konsantre olmuştu.
Relnin kılıçlarını müthiş bir hızla çekip aynı hızda saldırıya geçti.Ama Siobahn tecrübesiz bir kız değildi, o da hızla kamasını çekip Relnin’in hızlı saldırılarını savuşturmaya başladı.Dışarıdan bakan biri kılıçların hareketlerini takip edemezdi, kama ve kılıç havada hızla vınlıyor, çarpıştıklarında çıkan kıvılcımlar odayı aydınlatıyordu.
Crueth rakibine baktı, ve gözlerinde güç gördü.Solunafein kendine güvenle “Shadowlords’u durduramazsınız ! ” diye bağırdı ve ilk büyüsüne başladı.Bunun üzerine Crueth de büyü sözlerini tanıyarak aynı güçte bir büyü seçerek büyüsünü tamamladı ve aynı anda iki buz topu havada çarpışarak patladı.Yeniden büyülerine başladılar, bu sefer iki yıldırım patladı havada, ikisi de güç gösterisi yapıyordu, büyülerini giderek güçlendiriyorlardı.Bir kaç sefer sonra Solunafein büyük bir büyü yapmaya hazırlandı, ve hafifçe kahkaha atarak “Bakalım bunu engelleyebilecek misin insan ! ” dedi.
Relnin iki kılıcını da döndürerek saldırıyor, Siobahn kamasını hızlı bir şekilde saplayıp geri çekmeye çalışıyordu.İki taraf da tamamen karşıdakinin kılıcına konsantre olmuş, savaşa odaklanımştı.Birden çınlamalar arasında metalin ete saplanma sesi duyuldu ve yere kan boşaldı.Kimin yenildiği belli olmuyordu, iki rakip de adeta birbirine yapışmıştı.
Ve sonra cansız bir elden yere bir kılıç düştü.Kama ise drowun göğsünden koparırcasına çıkarak kara elfin bedeninin yere düşmesine izin verdi.
Aynı anda Crueth karşısında Solunafein’in yaptığı uzun, karmaşık ve güçlü büyüyü izliyordu.Solunafein büyünün sözlerini zaferle haykırıyor, karşıdakinin ölümünün kaçınılmaz olduğunu biliyordu.Birden göğsünde çok keskin bir acı hissetti.Konsantresi bozuldu, büyüyü bıraktı.Kafasını eğdi acının geldiği yere baktı.Tam göğsüne çarpan ufacık bir büyü oku kalbini ve ciğerlerini eritiyordu.Crueth’in planı işe yaramıştı.Solunafein rakibini yenmekten çok gücünü göstermek istemiş ve bu büyüye konsantre olurken ufak bir büyü hayatına mâl olmuştu.
“Çok..”dedi. “Çok yaklaşmıştım..” ve drow büyücü suratındaki ekşi ifade ile yere yığıldı.
Orthad tam o sırada duvarın büyüsünü kaldırdı ve lonca üyeleri odadan içeri doluştu.Crueth ve Siobahn onlara boş gözlerle bakıyorlardı.Duinath gözyaşlarıyla ilerledi ve çocuklarına sarıldı.
16
Odadan çıkıp yapının en geniş salonuna girdiler.Ortalık çok sessizdi.Herkes birbirine baktı.Ama kimse bir an olsun boşta bulunmadı.Herkes tetikteydi.Gelebilecekleri en ileri yer burasıydı.Şu ana kadar olan her şey onları buraya getirmişti ve her şey de burada sona erecekti.
Aniden yer sarsılmaya başladı.Ritmik bir biçimde sanki koskoca bir çekiçle yer dövülüyordu.Sonra anladılar.
Bu ses, Dark Father’ın ayak sesleriydi.
Karanlığın içinden çıkmıştı, kötülük dolu olmasına rağmen, içindeki büyünün kuvveti garip bir ışık yayıyordu, artık salonun hatları keskince belli oluyordu.Siyah gözlerini insanlara diktiğinde herkes içinde bastırılamaz bir korku hissetti.
Herkesin içinden bir süreliğine ellerindeki her şeyi bırakıp buradan uzaklaşmak geldi.Bu yaratıkla savaşmak aptallıktı, şu ana kadar kimse başaramamıştı, ve büyük bir ihtimalle onlar da başaramayacaktı. Uzaktan, çok derinlerden Cythloth’un kahkahaları duyuluyordu..
Duinath kendini topladı ve “Hazır olun ! ” diye bağırdı.
Herkes birden kendine geldi, ve ne yapmaları gerektiğini anladılar.Artık geri dönüş yoktu.Orthad asasını Dark Father’a doğrulttu ve büyülü sözleri söyledi.Şimşekten bir mızrak iblise doğru uçtu .
Hiçbir şey olmamıştı.
İblisin kemikten zırhı o kadar kalındı ki bu büyü ona dokunamamıştı bile.Yavaşça Orthad’a doğru döndü ve kuyruğu ile sertçe yaşlı adama vurdu.Orthad nefesi kesilerek birkaç saniye havada uçtu ve yere düştü.
Marcos ne yapması gerektiğini bilmiyordu, etrafına bakındı.Az önceki büyü bir işe yaramamıştı, ve kendisinin sadece bir hançeri vardı.Birden, holün sonunda bir kapı gördü.Doğru gördüğündem emin olamadı.Kapının altından bir ışık süzülüyordu, ve ışığın rengi saf beyazdı. Marcos dostlarına baktı, hepsi Dark Father’ın büyülerinden kaçmaya darbelerinden sakınmaya çalışıyordu.Bu yaratığı öldürmek basit değildi, ve içinden bir ses, her şeyin o ışığa bağlı olduğunu söylüyordu.
Clergé’i kolundan yakaladı. “Holün sonundaki kapı ! ” dedi. “Drowların aradığı şey orada ! Dark Father’a zarar verebilecek olan her neyse orada Clergé ! Gidip onu alacağım.Kendinize dikkat edin ! ”
Marcos kafasının üzerinden uçan Dark Father’ın attığı keskin bir kemik parçasını umursamadan koşmaya başlamıştı ki Dark Father’ın her şeyi bırakıp kendisine yöneldiğini o an fark etti.Yeri sallayan adımlarıyla üzerine koşuyordu ve Marcos ufak hançerine bakınca bu hikayede kendi rolünün sona erdiğini anladı.
Cüppeli bir adam aralarına girdi.
Orthad perişan bir haldeydi, kaburgaları kırılmıştı, ağzından sızan kan sakalını ıslatıyordu.Ama son enerjisiyle Marcos’un önünde belirdi ve Dark Father’a baktı.Kafasını çevirmeden göz ucuyla Marcos’a baktı ve :
“Koş evlat.”dedi. “Tüm gücünle koş.”
Marcos’un düşünecek vakti yoktu, kapıya doğru hayatında hiç hızlı koşmadığı kadar hızlı koşmaya başladı.Ne şehir muhafızlarından kaçarken, ne de çaldığı ganimeti güvenceye almak için hana koşarken bu kadar azimli koşmamıştı.
Orthad önündeki iblise korkusuzca baktı ve fısıltı kadar hafifçe, “Bu insanlara zarar vermene izin vermeyeceğim.” dedi. Sesini yükseltti ve devam etti, “Kötülüğün burada başladığı gibi sona eriyor
Azazel ! ”
Azazel..Orthad Dark Father’a ismiyle hitap etmişti.Aslına bakılırsa ismini şimdi hatırlamıştı.Bu isim dünyanın en eski kitaplarından birinde yazardı, Council Of Mages kütüphanesi zengin bir yerdi.
Azazel Marcos’un ne yapmaya çalıştığını anlamıştı, kendisi aptal bir iblis değildi, zeki, kudretli bir varlıktı.O kılıca ulaşmasına engel olmalıydı.Fakat kendi ismini duyunca dikkati dağıldı.En güçlü ve en bilge büyücüler onun ismini bilirdi, ve eğer bu öyle bir büyücüyse, dikkatli olması gerekebilirdi.Orthad’a döndü.
Orthad büyü sözlerini söylemeye başladı.Bir yandan da Azazel adındaki bu iblise doğru yürüyordu.Azazel de başbüyücüye doğru koşmaya başladı, onu tek bir darbede ezecek, o kadar da güçlü bir büyücü olmadığını kanıtlayacaktı.
Jaloux sözleri tanımıştı. “Hayır, yapma ! ” dedi fakat Orthad onu duymuyordu.Bunun yapılması gerekiyordu.Sözleri tamamladı ve ellerini yukarı kaldırdı. “Al bakalım, Azazel.”dedi ve gözlerini kapadı.Son duyduğu şey Cyloth’un şeytani kahkahasıydı.
Patlamanın şoku herkesi odanın kenarlarına uçurdu.Orthad patlamayla adeta toza dönüşmüştü, öyle ki vücudundan kalan tek bir parça bile gözle seçilemiyordu.Öte yandan Azazel bu sefer hatırı sayılır bir acı hissetmiş görünüyordu, zira çığlığı kulakları yırtacak şekilde çıkarken kendisi de büyük bir gümbürtüyle duvara çarpmıştı.
Suratı isle kaplanan Marcos kafasını kaldırdığında kendini kapının önünde buldu.Tatlı ışık yüzünü okşuyordu, sanki huzurun kendisi gibiydi.Marcos doğrularak kapıya yöneldi, fakat kapıyı açmayı denediğinde kapı yerinden kıpırdamadı.Tahmin ettiği gibi kapı kilitliydi ve maymuncuğunu kullanması gerekecekti.
Hemen ufak kilit tokasını çıkardı ve kapının deliğine ittirdi.İblis kendine geliyordu ve ilk hedefin kendisi olacağını biliyordu.Daha hızlı hareket etti, ilk kilidi kaldırdığını hissetti, endişelenmeye gerek yoktu, kalp atışlarını umursamadı, normal hızının 10 katı dolaşan kanının kendini terletmesini umursamadı.
Bunu yapmalıydı, Orthad bunun için canını vermişti, yüzünü kara çıkartmayacaktı.İşte ikinci kilit kalkmıştı.Hala bir kilit daha vardı.Dark Father ayağa kalktı, Jaloux, Rauquin ve Crueth’in büyüleri duvara çarpan taşlar gibi sekiyor, ilerleyişini etkilemiyordu.
Üçüncü kilit kalktı.Marcos hızla kapıyı açtı, beyaz ışık büyük holü doldurdu.Işıktan ileriyi göremeyen Marcos, gözleri alışana kadar gözlerini kısıp ileriye baktı.
Kılıç oradaydı.
Yüzyıllar boyunca hiç eskimemiş, paslanmamış bir kılıçtı.Saf beyazlığı iç rahatlatıcıydı.Aniden görevini hatırlayan Marcos kılıcı kaptığı gibi hole döndü.Dark Father’a baktı, artık neredeyse aralarında 5 veya 6 metre vardı.Hemen iblisin yanında Duinath’ı gördü, kılıcı hiç düşünmeden Duinath’a fırlattı.
Duinath kılıcı tam kabzasından yakaladı.Tüm gücüyle ileri atıldı, aynı anda Dark Father da Marcos’a atılmıştı.
Keskin bir ışık patlaması oldu, bir an iblis öyle bir acıyla bağırmıştı ki herkes bayılacak gibi oldu.Kılıç kabzasının köküne kadar yaratığın kalbine saplanmış orada duruyordu.Duinath iblis Marcos’a ulaşmadan 1 saniye önce araya girmiş ve kılıcı saplamıştı.
İblis artık bağıramıyordu.Cytloth gülmüyordu.Kimse konuşmuyordu.Artık salon eskisi kadar karanlık değildi.Ve sessizlik neredeyse acı verici bir derecedeydi.İblis yere düşmeden buharlaştı ve kılıç da yere tıngırtıyla düştü.Herkes yaşadıklarını hazmetmeye çalışıyor, kimse bir şey söylemiyordu.
Birden büyülü bir kapı açıldı.Sanki “Burada işiniz bitti.” der gibiydi.Clerge yavaşça Duinath’ın omzuna elini koydu ve derin sessizliği bozdu.
“Hadi kardeşim.”dedi. “Eve dönme vakti geldi.”
17
Hayatları çok değişmişti.Bu olaydan sonra artık çiftçilik yapmıyorlar, kalelerinde oturup rahatça yaşıyorlardı.Herkes kendi işine bakıyordu yine, ama işler artık farklıydı. Garrett Luna’da Paladinlerin başına geçmişti, Crueth ise Council of Mages’in başbüyücüsü olmuştu.
Duinath ile Clergé diğer çocuklarla kalede loncanın idari işlerine bakıyorlar, kendilerini pek yormuyorlardı.
Marcos sonunda gerçek ismini Morthaur’lara açıklamıştı.Aslına bakılırsa gerçekten iyi dost olmuşlardı, ama bu onun hırsızlığı bırakacağı anlamına gelmiyordu.Pia’nın yerine şimdilik o bakıyordu.Fakat tüm gün Britain’de oturmak ona göre değildi. Paulin adlı bir dostu pekâlâ bu işi üstlenebilirdi. Marcos’un başka bir amacı vardı, eski bir dosta verdiği bir söz.
O büyülü kapıdan geçip kendilerini yeniden Umbra ormanlarında bulunca herkes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştı.Hepsi Sosaria’nın kahramanları diye tanınıyordu.Duinath Lord British’in kendisinden şeref madalyası almıştı.
Jaloux da Coucil of Mages’in bir üyesi olmuştu.Kardeşi de kendini iyice geliştirince onlara katılacaktı.Eski günleri düşünmeden edemiyordu.Ailedekiler artık birbirine eskisi kadar vakit ayıramasa da artık bu onları çok etkilemiyordu.Çünkü insanlar için çalışıyorlardı.
Jaloux kendi odasında, taş masada kendini büyülerine vermişti.Başarılı olacaktı, bunu kendinde görebiliyordu.Geniş penceresinden dışarı baktı, yakıcı güneşin otları nasıl sararttığını, uzaktaki tarlaları kavurduğunu görebiliyordu.
Yaz mevsimini hiç sevmezdi.Sıcak, yapış yapış nem, nefes almasını güçleştirir, ve ter her yerini kaşındırırdı.Sıcağın işindeki verimini hep azalttığını düşünürdü.Ama galiba buna alışacaktı.Artık yeni bir düzen vardı.Onların sayesinde Sosaria barış içindeydi.Jaloux pencerenin perdesini kapadı ve büyü kitabını okumaya başladı.


Tek nefeste okuması güç bir yazı olsa gerek 6. bölüme kadar okudum devamını da birazdan okuyacağım mutlaka.
Gerçekten sürükleyici, aynı zamanda hayalinde bir karakter yaratarak ve bu karakteri canlandırdıktan sonra böylesine haz verici bir hikayenin ortaya çıkması da muhteşem bir şey. Eline sağlık diyor ve hikayeye kaldığım yerden devam ediyorum.
İyi oyunlar.
Gerçekten sürükleyici, aynı zamanda hayalinde bir karakter yaratarak ve bu karakteri canlandırdıktan sonra böylesine haz verici bir hikayenin ortaya çıkması da muhteşem bir şey. Eline sağlık diyor ve hikayeye kaldığım yerden devam ediyorum.
İyi oyunlar.



1. sayfa (Toplam 3 sayfa) [ 28 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |